Her daim söylerim "Dağcılık sadece zirvelere çıkmaktan ibaret değildir" diye. Bir kültür alış verişi içinde buluyorsunuz kendinizi. Dünyanın dört bir yanını gezerek sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan başka toplumları tanıma fırsatı buluyorsunuz. Yaşanan her farklı coğrafya insan hayatına zenginlik katıyor. Farklı toplumların içinde bulunmak, daha önce hiç görmediğiniz yerler görmek yaşama heyecan katıyor. İnsanın ufkunu açıyor, yaşama dair deneyimlerini ve toplumlar arası kültür farkını değerlendirme imkanı buluyorsunuz.
Türkiye coğrafyasından doğuya doğru gittiğimizde toplumların yaşamını yönlendiren kuralların katılaştığını görüyoruz. Batıya doğru gittiğimizde ise insan ve özgürlük en önemli kural olarak karşımıza çıkıyor. Toplum gelenek, görenek ve yasaların hak ve özgürlükler üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Yine batıya doğru gittiğimizde çevre ve insan ilişkisinin önemini kavramış toplumlar karşımıza çıkıyor. Bütün bunları, içine girdiğiniz toplumların yaşam biçimlerini gözlemledikçe değerlendirebiliyorsunuz.
Bizim de Türk Ulusu olarak elbette çok önemli değerlerimiz var. Ama insanı şaşırtan, bizlere basit gibi görünen ancak insan neslinin geleceği için hayati önem arz eden konuları atlıyor olmamız.
Bursa ovası dünyanın en verimli topraklarına sahip eşsiz bir değerdi. Ova üzerinde bulunan şeftali, armut gibi her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği bahçeleri Sanayi Bölgesi imarlı arazilere dönüştüren zihniyet geleceğini nasıl katlettiğinin farkında olmaması mümkün mü? Farkında olmamak için nedenleri var. Kolay yoldan zengin olma hırsı. Bursa'nın yanı başında bulunan Uludağ bereketli bir ovaya sahip olmamız için her türlü imkanı bizlere vermiş. Bursa ovası, kaçak beton yığını yapılar ve izinli sanayi bölgeleri kurularak yok edilmiş. 15 - 20 Yıl öncesinde Kaplıkaya deresinde Alabalık tutardık. Şimdi Kaplıkaya vadisi içinden lağım akıyor.Geldiğimiz nokta vurdumduymazlık, aymazlık ilkesizlikle açıklanabilir.
"Topraklarımızı yok etmek insanlığı yok etmektir" Bunu ne zaman anlayacağız.
Ev, işyeri gibi yaşam alanları her türlü arazide inşa edilebilir. Ama yiyeceğinizi her türlü araziden elde edemezsiniz. Yerel yönetimden, ulusal yönetime kadar, bu ülkede yasaları yapan, uygulayan herkesin bu konuda sorumluluğu var. Tarım arazisini sanayi imarlı arazi olarak değişimine imza vermiş olan her Belediye Başkanı ve meclis üyesi bunun vebali altındadır. Allahın yarattığını yok etmek, yok edilmesine onay vermek yetki sahibi kişilerin menfaat elde etmek için nasıl gözü dönmüş olduğunun kanıtıdır.Yetkilerini kötüye kullanan bu yöneticilere karşı toplum da sessiz kalmıştır.
Politikacı yaşadığı bölge ve ülke değerlerini koruyarak topluma hizmet etmelidir. Kişilerin menfaatlerini koruyarak onları memnun etmek, yandaşlarını memnun etmek ve cebini doldurmak üzerine kurulmuş politikalar bu milletin geleceğini karartıyor. Türk ulusu olarak çevreye bakışımızı değiştirmek zorundayız. Müslümanlığın direği olan temizliği ayaklarımızı ellerimizi yıkamaktan ibaret olarak görüyorsak bu yanlıştır. Her inançlı insan önce kendi temizliğinden, evinden, bahçesinden köyünden, deresinden akan sudan, köy arazisinden sorumludur. İnançlı bir insan yaşadığı şehrin sokağından, caddelerinden, parkından, gezmeye gittiği güzel doğasından sorumludur.
Temizlemekle sorumlu değildir!
Kirletmemekle, kirlettirmemekle sorumludur!
Güzel bir yer görüp durduğumuzda çöplerimizi buraya bırakarak bu yerin çöplük olmasından, sahip olduğumuz işletmenin çevreye kimyasal zehir saçmasından, canlıların yaşamını tehdit edecek doğaya zarar veren atıklar üretmekten sorumluyuz. Uludağ'ın koynunda, ve ya deniz kıyılarında para kazanmak için turistik yapıları inşa ederek dereleri ve denizi kirletmekten sorumluyuz.
Bazı Kurumlarımızın yöneticileri, Bursa'daki dağcıları Uludağ Milli Parkına araçla girerek çimenlerine zarar veriyorsunuz iz yapıyorsunuz diyerek yasak koyarken, Uludağ Milli Parkı içinde dozerlerle orman içinde yollar açıp çamur deryaları meydana getirmekte bir sakınca görmemekteler. Bu duruma düşmekten üzüntü duyuyoruz elbette. Bizler Uludağ Milli Park sınırları içinde kamp kurduğumuzda çevreye çok önem veriyoruz.Daha evvel yakılmış olan ateş yerlerini ıslah edip, gördüğümüz yerlerde çöpleri toplayarak yok etmek için çaba harcıyoruz. Ne yazık yetkili görevliler Uludağ'da meydana gelen yangın ve benzeri her türlü zararı biz dağcılardan biliyor olmaları, bizleri doğaya zarar veren potansiyel bir tehlike gibi görmeleri çok rahatsız edici haksız bir ön yargılı bakıştır.
Bu gün yurt dışında Milli Parklar içinde gezerken yasaklarla değil vicdanınızla o güzellikleri koruyorsunuz ve özgürce yaşıyorsunuz. Toplum aksini yapanlara zaten insan olarak bakmıyor.Doğa ile uyumlu yaşamayı öğrenmek mecburiyetindeyiz. İnsanı doğadan koparamazsınız. İnsan ve doğa birlikte var olmayı başarmak zorundadır. Toplumumuzda her alanda bir güven sorunu var. Her çocuk doğruyu yanlışı anne ve babasından öğrenir. Anne ve baba nasıl davranıyorsa çocuklarda onları örnek alıyor.Çevre bilinci konusunda ayıplı bir toplumuz. Toplum çevresini kirlettiğinde utanmıyor, en kötüsü de normal sayıyor. Bu ayıbımızdan utanmayı öğrenmek ve bu huyumuzdan kurtulmak zorundayız.
Türkiye'de çevre bilinci edindirmek için üç kuşağın ikisi kaybedilmiş durumdadır. Ancak yeni nesil eğitim kurumlarında bundan sonraki süreçte bari, uzun süreli ve yoğun olarak bu ayıptan kurtulmamız için eğitilmelidir. Bu yazıyı okuma zahmetine katlanan bazı kişiler bu hassasiyetin abartılı olduğunu elbette düşünebilir. Biz dağcılar kendi yöremiz başta olmak üzere yurdumuzun her yerini geziyoruz. Geldiğimiz üzüntü verici duruma çok yakından şahit oluyoruz. Şu anda ülkemizde kirlenmemiş bir doğa parçası, kirlenmemiş bir dere, ırmak, göl ve deniz bulmak o kadar zor ki..
Ne yapılabilir?
Ülkemizde çocuk bezi, ıslak mendil, poşet üretimi bu haliyle yasaklanmalıdır. Doğada kısa dönemde çözülebilir olmalıdır. Tarım ilaçlarının kapları depozitolu olarak satılmalıdır. Kullanılıp boşaldığında ambalajının geri dönüşümü sağlanmalıdır. Din adamlarımız camilerde dinin buna izin vermediğini anlatmalıdır. Çevreye atıklarımızı saçarak, atarak dökerek hiçbir şey olmamış gibi yaşayamayız. Okullarımızda çevre dersleri en önemli derslerin başında verilmelidir. Yerel ve Ulusal yayın kuruluşlarında bu konunun namussuzluk ve vatan hainliği kadar önem arz ettiği bilinç altına yerleştirilmelidir. Bu ülkenin insanı doğaya gitmeyi öğrendi. Götürdüğünü geriye getirmeyi de öğrenmek zorundadır. Köylerimizde, kasabalarımızda hatta şehirde yaşayanlar bile, evinde bulunan eskimiş eşya koltuk, halı ve çöplerini derelere dökmekten artık vazgeçmelidir. Her kişinin doğadan yararlanma hakkı olduğu gibi, her kişinin götürdüğünü geri getirme zorunluluğu da vardır. Şehirlerin içinde kalmış ve ya dışında Sanayi tesislerinde göstermelik uygulamalara son verilmelidir. Akşamları filtrelerini devre dışı bırakarak bizlere zehir solutmaktan vazgeçmelidirler. Konu ile ilgili kurumlar görevlerini ciddiyetle yapmalı ve 24 saat havaya verilen sanayi gazlarını denetlemelidirler.
Her doğaya gidişimizde çöplükte oturmaktan, çöplüğe dönmüş ormanlardan geçmekten, lağım akan derelerden geçmekten. Oturduğum semtte şehir çöplüğünün kokusunu teneffüs etmekten. Organize sanayinin akşamları havaya bıraktığı zararlı gazları solumaktan. Yine akşamları Sanayi bölgesinden gelen uğultuyu ninni gibi kabul ederek kaderine razı olan bir toplum olmaktan. Şehrin içinden kıvrılarak akıp giden adından başka hiç bir güzelliği kalmamış olan lağım akan Nilüfer çayı kıyısında spor yapmaktan. Nilüfer çayının kanalizasyon atıklarının ayrıştırılması için yapılmış olan çökelti havuzlarının dayanılmaz pis kokularını teneffüs etmekten, utanıyorum.
Bize bunları layık görenler de utanmalıdır...
İsmet Şentürk
Konak Mh. Çağ Sk. Konak Apt. No:5/B
Nilüfer, BURSA
0532 525 68 03