İnsan ve Doğa

29 Ağustos 2015, Cuma, 07.30 da hazırlıklarımızı tamamlayarak Hacer boğazına inişe geçtik.
Bu sabah geldiğimiz günden beri ilk defa Ur kekliklerinin ıslıklarını duyabiliyoruz. Adana Orman Su İşleri Bölge Müdürlüğüne bağlı, Aladağlar, Milli Parklar Şube Müdürlüğü Yedigöl platosu içinde ve Hacer Boğazı içinde iki dağ evi yapmak için çalışmalara başlamış.Geçte olsa çok olumlu bir başlangıç. Darısı diğer dağlarımıza. Günde bir defa 1200 m. irtifa inerek tekrar yukarıya çimento vs. malzeme taşıyan 6-7 katır ve gençlerden oluşan takım var. Yedigöller'de koyunculuk yapan Ahmet Saban vasıtası ile iletişim kurarak çantalarımızı Hacer boğazı içine kadar indirmeleri karşılığında makul bir ücret ödedik. Dağ evi çalışmalarını ilkel yöntemlerle yürüten Milli Park yöneticilerinin kulaklarını da ayrıca çınlattık. Avrupa'da dağ evlerinin bu sporun gelişimi ve dağcıların ihtiyaçlarının karşılanması için 100-150 yıl önce yapılmış olduklarını görüyoruz. Dağ evlerinin her türlü ihtiyaçlarının helikopterle karşılanmasına tanık oluyoruz. Ülkemizde bu çalışmaların henüz yeni ve başlangıç aşamasında olması ve katırlarla yapıldığını görüyoruz. Katırlarla çimento taşınarak yapılacak olan bir mekan ne kadar dayanıklı olabilir ki. Bu çağda, bu ilkelliğe şahit olmak, üzücü..
Bu konu Milli Parklar Şube Müdürlüğü yöneticilerinin değil Ankara'daki yöneticilerin planlamalrı neticesinde bu kadar ilkel yöntemlerle yapılmaktadır. Aladağlar Milli Park yöneticilerini her şeye rağmen kutlamak gerkir. Bu çalışmayı yapmaları bile ülkemiz için önemli bir adım. Kendilerine teşekkür ediyoruz.
Bir dağ evi için, koca bir devlet küçücük paraları harcamakta ne kadar hasis davranıyor. Bütün bunlar Türkiye'de dağlara ve dağcılığa verilen önemin de göstergesi. Doğal değerlerimiz, hiç bir maddi kaynakla elde edilemeyecek bu doğa harikalarımızın henüz farkında değiliz. Farkında olmadığımızın göstergesi de ayırdığımız kaynak ve uygulanan koruma politikalarımızdır.
Dünyaca öneme sahip, Aladağlar'da yapılacak iyi bir planlama ile gelen yerli ve yabancı dağcılık ve treking sporu yapanların sayısını arttıracaktır. Şu anda yapılan kulübe tarzı dağ evleri ziyaretçiler açısından ihtiyaç duyulan dünya standartlarında alışılagelmiş lojistik desteği karşılamaktan çok uzaktır.
Kaçkarlar ve Aladağlar ilk olarak dağ evlerine kavuşturulmalıdır. Konaklamalı, yeme içme ihtiyaçlarının giderilebileceği işletme zihniyetiyle çalıştırılan dağ evlerine ihtiyaç var. Haziran ayından Eylül ayına kadar açık kalabilecek bu dağ evleri Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından işletimi yapılabilir. Sezon dışı günlerde de işte şu anda yapılmakta olan bu kulübe tarzı dağ evleri kullanılabilir. Avrupa'da böyle yapılmaktadır.
Milli Park ilan edip Allaha emanet ettiğimiz, ülkemizin doğal değerlerini koruyamadığımız gibi (Uludağ örneğin) nasıl değerlendireceğimizi de bilemiyoruz. Büyük devlet olmanın gereği şehirlerde şaşalı binalar dikmek değildir. Toplumun geleceği temiz doğayı gelecek nesillere aktarabilmekten geçiyor.
Çağımızda toplum sağlığını tehdit eden, çok önemli iki sorunumuz öne çıkıyor. Biri ekonomik, alışveriş çılgınlığı, diğeri de hareketsizliğin sonucu kişilerin obez topluma dönüşmesi. Bu sorunlar bir ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını çürüten, devletin bütçesine de yük getiren sonuçlar yaratmaktadır. Devlet şu an sadece şehirlerde ve kapalı salonlarda yapılan sporları teşvik etmektedir. Bu alanlarda yapılan sporlar, gençliği, sağlıklı yaşları kapsıyor. Doğal olarak var olması gereken bir sistem. Asıl göz ardı ettiğimiz bir şey var. Orta yaş ve sonrasını spor yapmaya özendirmemiz gerekmez mi? Alt yapı hazırlansa, ulaşım, dağ manzaraları içinde kafeterya, yemek gereksinimini karşılayabileceğimiz tesisler oluşturulsa. Avrupa'da örnekleri var. Trenle 1500 - 1750 m. irtifa çıkarıyorlar dişli trenlerle. Batonu kapan genç yaşlı insanları dağlara çıkmalarını kolaylaştırıyorlar, yürüyüş yapmaya teşvik ediliyor, yürüyemeyenler de manzaraya geliyorlar. Hatta dünyanın her yerinden gelenler var. Herkesin dağcı olması gerekmiyor, ama her kesin doğa ile barışık olması gerekiyor.
Ülkemizde doğa bilinci (bu iki kelimeyi kullanmaktan gına gelse de) oluşturmak zorundayız. Devlet bununla ilgili politikalar oluşturmak zorundadır. Gelişmiş toplum, zengin insan, lüks yaşantı, varlık içinde olmak değildir. Gelişmiş toplumlarda şehirde ve ya doğada çöp atmak, doğaya savurup atmak en büyük ahlaksızlık, terbiyesizlik, canilik olarak algılanmaktadır. Biz de ise insanımız, evinden tam gaz doğaya çıkar. Doğada keyfini yapar. Bütün atıklarını gittiği yerde bırakarak geriye döner. Doğaya yapılabilecek en büyük kötülüğü yaptığının farkında bile değildir.
Sanki! Burası temiz olursa bize yakışmaz. Pis olmalı!..
Bir daha ki sefere başka yere gidecektir nasıl olsa.
Memleketin güzellikleri biter mi?
Hayatı boyunca kirletse bitmez!
Benim atmamla mı kirlenecek?
Dinimiz, inançlarımız buna izin mi veriyor?
Temizlik elimizi ayağımızı yıkamaktan mı ibaret?
Allaha inanıyorsan, Allahın yarattığına niye saygı göstermiyorsun?
İşin sanayi boyutuna girmiyorum, asıl facia orada.
En basit çözüm, her kişinin yapmazsa hiçbir şey kaybetmeyeceği şeyler.
Basit bir davranış biçiminden bahsediyorum.
Yapılması gereken, sana ait olanı geri getir yeter.
Ey toplum!!
Aç gözünü!
Gelişmiş toplumlarda deliler bile bunu biliyor.
Kendi topraklarını kirletmemek için üretimi üçüncü dünya ülkelerine kaydırıyorlar.
Dereler, temiz akıyor, doğalarındaki yabani hayatı çoğaltmak için politikalar oluşturuyorlar
Dağ keçileri bile insandan kaçmıyorlar.
Çünkü! Korkmaları için bir neden olmadığını anlamışlar.
Kaplıkaya'da bir kaç kişi yabani bir sincaba elinden yiyecek yedirmesi bile bizim için haber niteliği taşıyor.
Bunun nedeni ne?
Doğada bulunan her canlı bizim öldürmemiz için yaratılmıştır diye düşünüyoruz da ondan.
Öldürme hakkına sahip olduğumuza inanıyoruz.
Öyle değilse bizden niye kaçıyorlar?
Nesiller boyu genlerine işlemiş, bizi çok iyi tanıyorlar.
Bu gün sağ kalmayı başarabilen türler, bizden ölümüne kaçıyor.
İnsanların ne kadar tehlikeli olduğunu, biliyorlar..
Bu toplum az sayıda da olsa doğaya, dağlara açılmaya başladı.
Devletimiz, çok küçük maddi kaynaklar ayırarak bu akımı teşvik etmeli,
Dağlarımızı delilerin gezdiği yerler olarak bilinmekten çıkarabiliriz.
Dünyanın her yerinden genç, yaşlı ülkemizin dağları ile buluşturabiliriz.
Halkımızı dağların ihtişamlı atmosferi içinde bulunma mutluluğunu yaşama olanağı vermeliyiz.
Ancak belki bu şekilde ona sevgi saygı duymayı aşılayabiliriz.

Bütün bunları yaparken dağ'daki dışkımızı bile aşağıya indirmeyi öğrenmeliyiz.
Dağlara çok insan gelmesi kontrolün kaybolması anlamına gelmiyor.
Aksine insan yoksa kontrol yapılamıyor.
Ziyaretçi varsa kaynak da olacak,
Kurallara uyarak, Milli Park içindeki yaban hayata saygı duyarak,
Uyum içinde yaşamayı öğrenmek zorundayız.
En zayıf noktamız olan, her güzel yeri mahvetmek huyumuzdan da artık vazgeçmeliyiz..

3 Eylül 2015

İsmet Şentürk


Uludağ Dağcılık Spor Kulübü

Konak Mh. Çağ Sk. Konak Apt. No:5/B
Nilüfer, BURSA
0532 525 68 03

Sosyal Medya