Elbruz Dağı Tırmanışı

ELBRUZ DAĞI TIRMANIŞI 5642 m.

ALİ DÜZGÜN ARI ve CİHAN YILDIRIM, 2-11 Ağustos 2013 tarihlerinde, Avrupanın en yüksek dağı, Elbruz dağı tırmanışını gerçekleştirdiler.

Faaliyet raporu fotoğrafların sonundadır.

HAYALLERİM  VE  ZİRVELERİM

ELBRUS 5642 m. TIRMANIŞ RAPORU.   02 – 11 / 08 / 2013

2013 yılı için şartlarım elverdiğince çok sayıda zirve yapma hayaleri kurmuştum. Hayallerimin gerçekleşmesi için, planalar yapmaya başladım ve 2013 yılı için 5.000 mt. nin üzerinde üç adet yurdışı ve bir adet yurt içi zirve için programlarımı yaptım. Sıra bu programları faaliyete dönüştürerek gerçekleştirmeye gelmişti. İlk yurtdışı faaliyetim şubat ayında Kilimanjaro olarak başarılı ve çok güzel anılarla dolu bir şekilde gerçekleşti. İkinci faaliyetimi ise Ağrı dağı olarak, zirve mutluluğuyla temmuz ayında tamamladım. Şimdi sırada beş ay öncesinden planlamış olduğum Avrupanın en yüksek noktası olan 5642 mt. lik Elbrus dağına tarmanmak var. Uçuş biletlerimi aldım, faaliyet detaylarını planladım, psikolojik ve fiziksel olarak hazırlandım. Artık faaliyet zamanı gelmişti.

01 / 08 /2013 Perşembe;

Dağcılıkta kullandığım büyük sırt çantamı ve zirve çantamı günler öncesinden hazırlamaya başladım. Uzun süreli ve zor bir faaliyet olacağından, neredeyse sahip olduğum malzemelerimin tamamını düzenlice çantalarıma yerleştirdim. Elbrus faaliyetini birlikte yapacağımız Cihan Yıldırım ile buluşmak üzere saat 23:00 otobüsüne binerek Antalya’ya hareket ettim.

02 / 08 / 2013 Cuma;

Sabah saat 07:00 da Antalya’ya vardım ve Cihan ile buluştum. Birlikte güzel bir kahvaltı yapıp, malzemelerimizi ve hazırlıklarımızı son bir kez gözden geçirdik. Sonrasında bizi Moskova’ya götürecek uçak için Antalya havaalanına gittik. Uçağımız 13:30 da havalandı. Elbrus hayalim artık eyleme dönüşüyordu. Yerel saatle saat 17:30 da uçağımız Moskova havaalanına indi. Aktarmalı uçuş yaptığımızdan Mineralnye Vody’a gidecek uçağımız tam iki saat sonra kalkacaktı. Maalesef Rus polisi bagajların diğer uçuşa otomatik aktarımına izin vermediği için, bagajlarımızı alıp kontrolden geçtikten sonra , diğer uçuş için işlemlerimizi yapmamız gerekiyordu. Öylede yaptık, bagajlarımızı diğer uçuşa verdik ve geçiş biletlerimizi alarak Mineralnye Vody uçağımıza bindik. Kontrollerde sorun yaşamamamızdan dolayı çok mutluyduk. Ağzına kadar dağcılık malzememizin dolu olduğu büyük çantalarımızı açtırmaları durumunda, içindeki malzemeleri aynı çantalara yerleştirebilmemiz uzun zaman alacağından, uçağımızı kaçırabilirdik.

Saat 22:00 de Mineralnye Vody havaalanına indik. Küçük bir havaalanı. Bagajlarımızı almak üzere bagaj bölümüne geçtik ve yaklaşık 15 dakika sonra bagajlar gelmeye başladı.  Cihan kendi bagajını banttan aldı ve benimkinin gelmesini bekledik. Ne kadar beklediğimizi hatırlayamıyorum. Fakat etrafımıza baktığımızda Cihan, ben ve birde uçakta yan koltukta birlikte uçtuğumuz Çeçen gençten başka kimse yoktu ve bagaj bantıda artık boş dönüyordu. İşte o an benim yıkılıp yere çöktüğüm an olmuştu. Bagajım gelmemişti ve kayıptı. Aylardır hayalini kurduğum, planlar ve harcamalar yaptığım Elbrus benim için gerçek anlamda sadece hayal olmuştu. Sahip olduğum tüm dağcılık malzemelerimin içinde bulunduğu çantalarımın olmaması durumunda değil dağa tırmanmak, havaalanından dışarıya çıkıp yolda bile yürüyebilmem mümkün değildi. Çünkü üzerimd bir t-shirt, ayağımda ise bir çift sandalet vardı. 53 yaşındayım ve hayatımda hiç bu kadar çaresiz kalıp yıkıldığım an olmamıştı. Tam anlamıyla şoktaydım. Bulunduğumuz yerde sadece bir bayan görevli  ile iki polis vardı ve hiç ama hiç ingilizce bilmiyorlardı. Bizde rusça bilmiyorduk. Çeçen genç bekleme yerine kendisinin bir sonraki uçağını bekliyordu ve yan taraftaydı. Kendisinden tercümanlık yapmasını istedik ve böylece bagajımızın elmediğini bayan görevliye anlatmaya çalıştık. Tamamı rusça yazılı bir form doldurup bize imzalattılar. Bagajın şu anda nerede olduğu, gelip gelmeyeceği hakkında bilgi alabilmemiz mümkün değildi. Sadece söyledikleri, bagajın akibetine göre bulunup gelmesinin günler hatta haftalar alabileceğiydi. Saat 00:15 te Moskova’dan bir uçağın daha buraya geleceğini bilgi ekranlarından görmüştük ve çaresizce Cihan ile birlikte uçağın gelmesini bekledik. Uçak alana indi, yolcular geldi, sonrasında bagajlar bantta dönmeye başladı. Benim için dakikalar geçmek bilmiyordu. Yine tüm yolcular gitmiş, bant boşalmış ve benim bagajım hala yoktu. Umarım böyle bir anı ne ben nede bir başkası yaşar. Sabaha kadar başka uçak gelmeyeceğinden buranın kapanması ve bizimde dışarıya çıkmamız gerekiyordu. İnanın kımıldayacak halim yoktu ve koca bir adam alanda için için ağlıyordu. Alandan ayrılmak istemiyordum fakat mecburen bir taksi tutup geceyi geçirmek için otele gittik. Ben tükenmiş bir şekildeydim ve Cihan ile birlikte alternatifler yaratmak için düşünmeye çalışıyorduk. Her ne tür alternatif yaratmaya çalışsakta, o çantadaki bazı tırmanış ve kişisel malzemelerim olmadan benim değil zirveye çıkmak, dağa bile yaklaşamazdım.Gideceğimiz dağ bölgesinde bazı genel malzemeleri kiralamak mümkündü. Ancak kişiye özel bazı malzemeleri kiralayamazdım. Satın alabileceğim bir yerde yoktu. Ayrıca hangi birini satın alabilecektim ki. İki yıl boyunca sahip olduğum tüm dağcılık malzemelerim kaybolan çantamdaydı.

Otelde sabaha kadar gözümü kırpmadan günün doğmasını bekledim. Malzemelerim olmadan tırmanamayacağım kesindi ve bir gün daha bekleyip, Türkiye’ye dönmek için kararımı verdim. Çaresizdim, tükenmiştim ve çıldırmak üzereydim. Benim hiçbir hatam olmadığı halde işni doğru yapmayan birisi yüzünden hayatımın kabusunu yaşıyordum. Çantam iki gün sonra bulunacak olsa dahi, benim bunca emek verdiğim tırmanışı gerçekleştirebilmem artık mümkün olamazdı. Çünkü birlikte tırmanacağımız ekip ile aramızda iki günlük fark olacaktı ve benim bu farkı kapatabilmem mümkün değildi.

03 / 08 / 2013 Cumartesi;

Sabah hemen bir taksiye binip tekrar havaalanının yolunu tuttuk. Gittiğimiz bölümde sadece bir polis ve birde küçük bir bölme içinde memur vardı. Dün gece imzaladığımız formun bir kopyasını almıştık ve bu kopyayı kendisine verdik. Yine başa dönmüştük, onlar ingilizce, bizde rusça bilmiyorduk ve bu defa yardım edecek kimse de yoktu. Forma baktı ve sonrasında işaretle dışarıda beklememizi belirtti. İnsan uyumuyorken, gözleri açık ve ayakta iken ne kadar kötü bir kabus yaşayabileceğini son on saattir yaşıyordum.

Dün akşam doldurdukları forma bizimle irtibat kurmaları ve bilgi vermeleri için kendi cep telefonlarımızı yazmalarını istemiştik fakat başka ülke telefonlarını arayamayacakları için numaralarımızı kaydetmediler. Siz numaranızı verin biz sizi arayalım dedik olmadı. Sadece Rus sabit veya GSM numaralarını rayabileceklerini söylemişlerdi ancak gecenin o saatinde telefon ve hat almamız mümkün değildi. Bizde formu memura verdikten sonra hemen birtane telefon ve Rus GSM hattı alıp kontör yüklettik. Havaalanı bekleme yerinde telefonu kurup şatj olması için prize taktık.

Bu arada alanda bizden başka hala kimseler yok. Görevli memurla anlaşamıyorduk ve artık kontrol edilemez bir şekilde iyice gerilmiştim. Epey bir süre sonra öğrenci olduğunu tahmin ettiğimiz iki genç geldi. Sorduğumda biraz ingilizce bildiklerini söylediler ve bize tercümanlık konusunda yardım edeceklerdi. Bayan memur gençlerin konuşmasına izin vermiyor sert bir şekilde tersliyordu. Değişen birşey yoktu ve yaklaşık bir saat daha bekledik. Sonrsında gençler bize çantanın bulunduğunu ve 11:30 uçağıyla buraya geleceğini söyledi. İnanamıyordum ve bir tercüme hatası olmasından korkuyordum. Tekrar sorduğumda cevap aynıydı. Bekleme alanında hala kimseler yok. Cihan, ben ve birde polis uçağın gelmesini bekledik. Uçağın geldiğini ve bagajların boşaltıldığını polis bize işaretle anlattı. Hemen kalkıp yanımızdaki camlı bölmenin arkasındaki bagaj bölümüne geçmemiz gerekiyordu. O anda fark ettimki tükenmişim ve yerimden kalkamıyorum. Cihan durumumu farkedip bana, sen otur ben bagajlara bakarım dedi ve polis ile birlikte camlı bölmenin arkasına geçti. Benim için artık zaman gerçek anlamda durmuştu. Gözümü kırpmadan, Cihan’ın dönüşü için kapıya bakıyordum. Bir anda camın arkasında bir elin havaya kalkmış ve iki parmağıyla zafer işareti yaptığını gördüm. Bu Cihan’nın eliydi. İşte onda maalesef ben artık kendimi tutamamış ve ağlıyordum. Fakat bu defa sevinçten. Bir mucize gerçekleşmiş ve ben çantama kavuşmuştum. Bir annenin bebeğine sarıldığı gibi bende çantama sarıldım. Hemen çantamın etrafını dikkatlice kontrol edip, hasarlı bir yer olupta eksik malzemem var mı diye. Sorun yoktu ve herşey yolundaydı. Adeta yeniden doğmuştum. Sırtıma takmak için çantayı kaldırmaya çalıştığımda, yüzlerce defa yaptığım şeyi yapamıyordum. Çantam yerinden kımıldamıyordu. Tabiiki çantamın ağırlığı artmamıştı, yok olan benim enerjimdi.

Saat 12:30 gibi havaalanından ayrıldık ve tırmanış ekibimizle buluşacağımız yere geldik. Buluşma saatimiz 13:30 du ve ben gerçekten hala inanamadığım bir şekilde tam zamanında oradaydım. Ekibimiz İngiliz, Finli, Avusturalyalı, Slovak, Bulgar, Rus ve biz iki Türk olmak olak üzere yedi farklı ülkeden toplam ondört kişden oluşuyordu. Ben hariç katılımcıların yaş aralığı 25 ile 40 arasıydı. Ekibin altı kişilik birinci grubu biradaydık ve bizi bekleyen aracımızla Mineralnye Vody’den Terkol’e doğru yola koyulduk. Yolumuz muhteşem bir doğa harikası olan Baksan vadisi içinde kıvrılarak yükseliyordu. 190 km.lik yolu üç saatte katettik ve Cheget bölgesindeki orman içinde olan küçük dağ otelimize yerleştik. Bütün ekip saat 19:00 gibi bir araya gelip tanıştık ve sonrasında akşam yemeklerimizi yiyerek dinlenmeye çekildik.

04 / 08 / 2013 Pazar;

Programımız gereği iki gün boyunca vücudumuzu yüksekliğe alıştırma çalışmaları yapacağız. Sabah ekibimiz ve rehberimiz ile birlikte otelimizde güzel bir kahvaltı yaptık. Faaliyet olarak bugün bulunduğumuz yerden 1100 mt. kadar yükselip, orada birkaç saat bekledikten sonra aşağıya tekrar otelimize indik. Faaliyetimizi Baksan vadisinin kuzey yüzünde yaptık. Vadi, doğaseverler için kesinlikle görülmeye değer muhteşem bir yer. Bugünkü faaliyetimiz ağır olmamasına rağmen oldukça zorlandım. Bu durumumun tek nedeni, çökmüş olan psikolojimin hala düzelmemiş olmasıydı. Bu nedenle günün geriye kalan kısmında kendimi toparlamaya çalıştım. Günün sonunda ekiple dahada kaynaşmış ve kendimi daha da iyi hissediyordum.

05 / 08 / 2013 Pazartesi;

Bugün orta seviye aklimatizasyonumuzun ikinci ve son günü. Programımız bu defa Baksan vadisinin kuzey yüzünden 1200 mt. yükselmek ve tekrar otelimize inmek. Sabah yine oldukça nezih ve doyurucu bir kahvaltı yaptık.

Otelde kalacağımız iki günlük sürenin konforunu sonuna kadar kullanmaya çalışıyorduk. Buradan ayrıldıktan sonra 3700 mt. deki tamamen karla kaplı kamp bölgemize çıkacaktık. Sonrasında zirveye kadar sürecek dört gün boyunca yumuşak yatağımız, sıcak yemeklerimiz ve rahat ortamımız olmayacaktı. Sadece kar, buz ve ve fırtınalı soğuk dağ ortamı olacaktı.

Bugünkü faaliyetimize kahvaltı sonrasında başladık. Bir taraftan yarından itiberen içinde bulunacağımz fırtınalı, karlı zirveleri seyrediyor ve bir taraftan bugünkü faaliyetimizi yapıyoruz. Bugün kendimi daha iyi hissediyorum ve faaliyeti çok daha rahat yapabiliyordum. Bu olumlu durum beni oldukça mutlu etmişti. Kendimi tekrar tırmanışa hazır hissediyordum. Saat 17:00 gibi tekrar otelimize indik. Gün boyunca gördüğümüz, yaşadığımız o harika ortamlar hepimizi çok mutlu etmişti. Saat 19:00 akşam yemeğimizi yedik ve sonrasında yarından itibaren yapacağımız tırmanış için hazırlıklarımızı yaptık. Son üç gündür kullanmakta olduğumuz kıyafetlerimizi ve malzemelerimizi otelde bırakmak üzere paket yaptık. Çünkü yukarı irtifalarda bunlara ihtiyacımız olmayacaktı.

06 / 08 / 2013 Salı;

Son iki gündür yaptığımız hafif sayılabilecek çalışmalar geride kalmış, gerçek tırmanış günlerinin ilki gelmişti. Otelimizde yine güzel bir kahvaltı sonrasında yüksek irtifalar için gereken kıyafetlerimizi giydik ve teknik malzemelerimizi çantalarımıza yerleştirdik. Yukarılarda kullanmayacağımız için paket yaptığımız malzemelerimizi otele bıraktık ve bizleri dışarıda bekleyen iki minibüse bindik. Araçlar bizi bir kaç km. uzağımızda olan Terskol köyündeki teleferik istasyonuna getirdi. İki aktarmalı teleferik ve birde telesiyej kullanarak, önceki günlerdeki faaliyetlerimizde yükseldiğimiz seviyeye kadar çıkarttı. Teleferikler Bursa’da bu yıla kadar kullandığımız teleferikten  daha eskiydi. Bu teleferik hatlarına paralel çok modern teleferik hatlarıda var. Fakat bu teleferiklere, sadece buralara gezmek için gelen ve bizim gibi sırtında otuz kg. yükü olamayan normal insanları alıyorlar. Ancak teleferiklerden inipte telesiyej istasyonuna geldiğimizde birbirimize bakmaya başladık. Çünkü bu sistemin direklerine, tellerine ve yarısı kırılmış, kalan yarısı yamulmuş oturaklarına baktığımzda, üste para verseler bile binilemeyecek durumdaydı. Dağda, tırmanırken düşüp ölmenin bir şerefi vardır. Peki ya bu oturaklardan düşüp ölmenin. Fakat yapacak birşeyimiz yoktu ve oturaklar tekli olduğundan bir oturağa çantamızı koyup, bir sonraki askının ucunda sallanan oturağa kendimiz oturarak, bütün ekip bu şekilde yukarıya  çıktık. İndiğimiz yerden çantalarımızı alıp yukarıya doğru biraz çıkarak, kamp bölgemize geldik. Kampımız 3750 mt.de. Kamp alanımız bildiğimiz silindirik yakıt tanklarından oluşuyordu. Bu tanklar buraya  helikopterle indirilmiş ve içlerine ahşap tek sıra halinde yükseltiler yapılmış. Uyku tulumlarımıza girip, gecelemek için bunları yatakhane gibi kullanacağız.

Saat 12:00 gibi öğle yemeğimizi yedik ve 13:30 da kar ve buz üzerindeki gerçek faaliyetimize başladık. Bugün vücudumuzu hem soğuğa hem de daha yükseklere alıştırma günüydü. Hava güneşli fakat soğuktu. Çok hızlı sayılmayacak bir tempoyla hiç molasız 4200 mt.ye ulaştık. Burada yaklaşık iki saat kadar bekleyerek yüksekliğe uyum sağlamaya çalıştık. Beklediğimiz bu süre içinde daha fazla yükselmeden, yatay bölgelerde kar üzerinde yürüyerek, ısınmış olan vücudumuzu soğutmamaya çalıştık. Az sayıda da olsa gruptaki bazı arkadaşlar bu yükseklikten etkilenmeye başlamışlardı. Kamp alanımıza inişimiz oldukça hızlıydı ve biraz dinlendikten sonra saat 17:15 te akşam yemeğimizi yedik ve sonrasında dinlenmeye çekildik. 4200 bölgesinde olumsuz etkilenen arkadaşlarımızdan biri hariç diğerleri kendilerini daha iyi hissediyorlardı.

Yarın daha büyük bir gündü ve zirve tırmanışı öncesi yapacağımız en zor ve uzun faaliyet olacaktı. Bu gece uyku tulumlarımıza girip güzel bir uyku çekmemiz gerekiyordu.

07 / 08 / 2013 Çarşamba;

Sabah 06:00 da kalktık, hazırlandık ve 07:00 de kahvaltımızı yaptık. Maalesef dün yükseklik rahatsızlığına yakalanıp, kendini iyi hissetmeyen bir Slovak arkadaşımız, zirve mücadelesine devam edemeyeceğini ve bu nedenle bugünkü tırmanışa katılmayıp kampta kalacağını belirtti. İlk firemizi vermiş olduk. Kahvaltı sonrası tüm teknik donanımlarımızıda kuşanarak, tırmaşa hazır duruma geldik. Bugünkü faaliyetimizde 4900 mt. ye tırmanıp tekrar kamp alanımıza inecektik. Son olarak kramponlarımızı da taktıktan sonra, rehberimiz bizleri kondüsyonlarımıza göre tırmanışa uygun tek sıra şeklinde düzenledi. Ön tarafta doğal olarak rehberimiz vardı. Bu tür faaliyetlerde liderden sonra en tecrübeli ve kondüsyonu iyi olan kişi, grubun en sonunda görev yapacak kişi olarak belirlenir ve ardçılık görevi yapar. Gruptaki iki Türk’ten biri olan Cihan, önceki faaliyetlerimizde rehberin dikkatini çekmiş olmalı ki, rehberimiz bu ardçılık görevini Cihan’a verdi. Sabahın soğuk rüzgarında, buzlu zeminde kramponlarımızla zemine tutunmaya çalışarak tırmanışımıza başladık. İlk bir  saat sonra grupta kopmalar başlamıştı. Zaman ilerleyip yükseklik arttıkça, tırmandığımız eğimde artıyordu. Nefesimizle aldığımız soğuk havanın içindeki oksijen ciğerlerimize yetmiyordu ve daha da hızlı nefes almaya başlamıştık. Bu durumda da ciğerlerimize giren soğuk hava nedeniyle rahatsız oluyorduk. Zaten yaptığımız bu iş kendimizle olan mücadelemizdi. Direnmek zorundaydık ve bu nedenle buradaydık.

Grubun arkasında kalarak mücadelesinden kopmak üzere olan bir arkadaşımızın, bu mücalededen kopmaması için Cihan o kişinin de çantasını kendi sırtına alarak, arkadaşımıza bir şans tanımak için elinden geleni yapıyordu. Bu günkü mücadelemiz hiç uzun mola vermeden, 1200 mt.lik tırmanşı yaklaşık dört saatte tamamlayabilmek. Buradaki amaç, çok çok daha zorlu geçecek olan zirve tırmanışı öncesi kişilerin maksimum dayanımlarını test etmek, psikolojik ve fiziksel dayanımlarını son noktalarına kadar zorlamaktı. Grubun yarıdan fazlası tam dört saatte hedeflediğimiz yüksekliğe tırmanmıştık. Faaliyet öncesi planladığımız süre, bu seviyede iki saat kalarak yüksekliğe ve soğuk havaya biraz daha adapte olmaktı. Geride kalarak tempoları düşmüş olan beş kişi yaklaşık yarım saat sonra yanımıza kadar çıktılar. Oldukça yorgunlardı ve yükseklikten de olumsuz etkilenmeye başlamışlardı. Bu nedenle iki saat planladığımız adaptasyon süremizi bir saatte kesip, aşağıya kamp alanına inişe başladık. İlk grup olarak biz birbuçuk saatte kampımıza inmiştik. Daha sonra da diğer grubumuz geldi. Limitlerimizi maksimum zorlamamıza rağmen, psikolojik olarakta, fiziksel olarakta kendimi çok iyi hissediyordum. Motivasyonum en üst seviyedeydi. Genellikle bu tür zorlayıcı faaliyetlerde bazı katılımcılar “ benim burada ne işim var, ben burada ne yapıyorum “ diyerek psikolojik çöküntü yaşarlar. Bu yorucu günün sonunda ise ben, iyi ki şu an buradayım, bu olağan üstü güzel ortamı yaşıyorum, seyrediyorum ve bu mutluluğu yakalayabilen çok az sayıdaki kişilerden biri olarak, kendimi kuşlar kadar özgür ve hafif hissediyorum. Kısacası günüm mükemmel geçmişti. Akşam yemeğimizden sonra uyku tulumlarımıza girerek dinlenmeye çalıştık.

Yarın dinlenme, enerji toplama, düşmemiz sırasında kazmalarımızı kullanarak yaşama tutunma eğitimi alma ve katılımcıların zirve tırmanışına katılıp katılamayacaklarına karar verme günüydü. Çünkü yarın saat 24:00 te uzun zamandır hazırlandığım, çalıştığım, zaman ve para harcadığım, Avrupa’nın en yüksek dağı olan Elbrus’un zirevesine tırmanışa başlayacaktım. Bu satırları yazdığım saatlerde aslında uyuyor olmam gerekiyordu. Fakat ben tam yirmidört saat sonra başlayacağım zirve tırmanışım nedeniyle duyduğum heyecendan dolayı uyuyamıyordum. Kafa lambamın ışığında uyku tulumumda bu satırları yazıdıktan sonra kitabımı okumaya başladım.

08 / 08 / 2013 Perşembe;

Gece bir ara uyandığımda, elimde kitabım uyku tulumumun içinde kıvrılmış durumdaydım. Kitabımı bıraktım ve yanımdan hiç ayırmadığım su şişemden bolca su içtim. Su yüksek irtifada özellikle soğukta olmazsa olmaz içeceğimiz. Vücudumuzdan buharlaşan sıvıyı tamamlamak vede daha kolay aklimatize olabilmek için, burada günlük üç dört litre su içiyoruz.

İçinde gecelediğimiz metal  tankların yüzeyine çapan, buz parçacıkları şeklinde yağan karın sesi içerde yankılanıyordu. Bu hiçte iyiye işaret değildi. Bu seviyede bulunduğumuz iki gün boyunca hava soğuk, fakat açık ve bol güneşliydi. Sabaha kadar hava açar diye ümit ediyordum. Fakat yağış hiç durmadan sabaha kadar devam etti. Sabah olduğunu kötü hava nedeniyle, ancak saatime bakarak anlayabilmiştim. Olumsuz hava devam ediyordu. Kahvaltımızı yapıp tekrar tanklarımıza çekildik. Keyfimiz kaçmıştı. Hava böyle devam ederse gece yapacağımız zirve tırmanışı tehlikeye girebilirdi. Bizlerin yapabileceği birşey olmadığından yüksek olan motivasyonumuzu bozmamaya çalışıyorduk. Kar gün boyunca kah durdu kah yağdı. Güneşi gün boyu hiç göremedik ve dışarıya de kazma eğitimi hariç pek çıkamadık. Aslında bugün harcadığımız enerjileri toplama ve moralimizi arttırma günüydü. Bu satırları yazdığımda saat 17:00 ve dışarıda hala hafif kar yağışı vardı.

Normal şartlarda saat 24:00 gibi zirve tırmanışımıza başlamamız gerekiyordu. Rehberimiz internetten meteoroloji kanallarına baktığında, rüzgar hızı 40 km./saat ve ısı ise -30 larden daha düşüktü. Sabaha kadar hiç durmadan tırmanış halinde olsak dahi, bu hava şartlarında büyük risk almış olacaktık. Bunun yerine alternatif bir plan yapıldı. Bulunduğumuz kamp alanından 4700 mt.ye bir önceki gün dört saatte tırmanmıştık. Zirve tırmanışımıza kamp alanından değilde 4700 den başlayarak olumsuz hava şartlarından dört saat daha az etkilenmiş olacaktık ve zirve yapma şansımız artmış olacaktı. Dağcılık işte böyle birşeydi ve değişen duruma göre sürekli kararlar almanız gerekiyordu. Eğer aldığınız kararlar doğru ise başarıda sizinle birlikte oluyor.

Kamp alanımızdan bir önceki gün tırmandığımız 4700 e çıkarması için 1200 euro ödeyerek snowcat ler kiraladık. Tıranış başlangıç saatimizide öteleyerek saat 04:00 e aldık. Planımız buydu ve havadan yana bolca şansa ihtiyacımız vardı. Çünkü benim mücadelem asla doğanın gücüne karşı değil. Sadece kendi kişisel limitlerime karşı. Her tırmanışta psikolojik dayanımımı ve fiziksel gücümü biraz daha olgunlaştırmaya çalışıyorum.

Zirve akşamı olduğundan akşam yemeğimizi saat 18:00 gibi erkenden yiyerek, zirve çantalarımızı, yiyeceklerimizi ve teknik malzemelerimizi hazırladık. Gece 02:00 kalkmak üzere; dağlarda bizim tek sığınağımız olan uyku tulumlarımıza girerek uyumaya çalıştık.

09 / 08 / 2013 Cuma;

Bugün zirve günü, en büyük günümüz.

Planladığımız gibi saat 02:00 uyanarak sıcacık uyku tulumlarımızdan çıktık. İlk yaptığım hemen dışarıdaki havayı kontrol etmek için, içinde bulunduğum tankın kapısına doğru gitmek oldu. Kapı altı ve kenarlarında büyük boşluklar olduğundan, kafa lambamın ışığının aydınlatmasıyla, içeri girerek yığılmış olan kar öbekleri sürpriziyle karşılaştım. Kapıyı açtığımda gece olmasına rağmen bolca yağmış olan kar çevreyi kısmen görünür duruma getirmişti. Güzel olan taraf, kar yağışı oldukça hafiflemişti. Planladığımız gibi devam edecektik. Bizleri soğuk fırtınalardan koruyacak olan giysilerimizi giydik. Tırmanış esnasında kulanacağımız teknik malzemelerimizi tekrar kontrol ederek düzenli bir şekilde, üzerinde attığımız ahşap döşeme üzerine bıraktık. Saat tam 03:00 te arkadaşlarla bir araya gelerek, karbonhidrat ağırlıklı bir kahvaltı yaptık. Termosumu sıcak suyla doldurup zirve çantama koydum. Emniyet kemeri, krampon ve benzeri tüm güvenlik ve teknik malzemelerimi kuşandım. Dışarıda havanın çok soğuk ve fırtınalı olmasından dolayı, hiçbir zaman tırmanış esnasında giymediğimiz, sadece farklı nedenlerle durduğumuz zaman üşümemek için giydiğimiz kaztüyü montlarımızıda giymek zorunda kalmıştık. Görüntüm astranot gibiydi. Tabiiki kıyafetlerimiz yaptığımız aktiviteye uygun olacak şekilde esnekti ve hareketlerimizi kısıtlamıyordu.Zirve çantamı sonkez kontrol edip, arkadaşlarla birlikte kiraladığımız snowcat’lere binerek tırmanışa başlayacağımız yere geldik. Saat 04:00 te tırmanışımız başlıyordu. Birbirimize başarı ve şans dileyerek, rehberimiz önde tırmanışımıza başladık. Zirve tırmanışımız için beş rehberimiz vardı. Gruptan koparak yavaşlayanlara veya hastalanıp geri dönmek zorunda kalacaklara bu rehberler yardımcı olacaklardı.

4700 metredeyiz gece ve hava çok soğuk. Kafa lambalarımız basacağımız yerleri bizlere aydınlatıyordu. Ateş böcekleri gibi minik ışıklar saçıyorduk. Eğim fazlaydı ve henüz istediğimiz hızda tırmanamıyorduk. Bastığımız karlı zeminin yapısı gereği güvenlik riskimiz yüksek değildi. Yaklaşık bir saat kadar tırmanışa devam ederek, doğu zirvesininin alt kısım yan geçiş bölgesine ulaştık. “ Elbrus doğu ve batı olarak iki ayrı zirveden oluşuyor ve doğu zirvesi 5642 mt olan batı zirvesinden 20 mt daka alçak. Dağ tek gövde şeklinde yükselip, 5300 mt. den sonra iki farklı zirveye ayrılıyor ” Kar yağışı durmuştu, fırtına hafifti fakat hava hala çok soğuktu. Hava karanlık olduğundan kafa lambalarımız görevlerini yapmaya devam ediyordu. Doğu zirvesi yan geçişi üzerine geldiğimizde batı zirveside görünüyordu. Biz zirveleri gördüğümüzde, zirvelerde kafa lambalarımızdaki ışıklardan bizleri görmüş olmalılarki, onlara daha fazla yaklaşmamızı istemiyorlardı. Buna işaret olarakta sakin olan hava birden patladı, hızlı ve dondurasıya bir hava üzerimize geldi. Eğimi fazla ve sadece tek ayağımızı basıp, ikinci ayağımızı yanına basamadığımız vede aşağıya doğru yüzlerce metre dik eğimi olan, yüzeyi buzul şeklinde donuk karla kaplı bir yeri geçmeye çalışıyoruz. Zirvelerde geri dönmemiz için bizleri uyarmaya devam ediyordu. Zaman ilerledikçe bizler dahada yükselmeye devam ediyoruz ve havada aydınlanmaya başlıyordu. Kafa lambalarımızı kapattık. Ekipteki arkadaşlarımızı artık daha iyi görebiliyorduk. Tabiiki soğuktan dolayı bir santimetrekare dahi açık bir yerimiz yoktu. Ayak hareketlerinden bazı arkadaşlarımızın yoruldukları çok net belli oluyordu. Buda normal bir durumdu.

Yükseklik olarak 5000 mt.lere gelmiştik. Bastığımız yüzey dahada sertleşip buzula dönüşmüştü. Zirveler geri dönmemiz için bizleri hala uyarmaya devam ediyordu. Benim kararım netti ve açık bir hayati tehlike görmediğim sürece zirveye ulaşmak niyetindeyim. Bu nedenle ayağımı her defasında yere bastığımda, ayakkabımın tabanındaki uçları sivri kramponlarım, buzul yüzeye oniki adet delik açıyordu. Dağın bağrında açtığım her delikten çatırtılar şeklinde inleme sesleri geliyordu. Bu durum koca Elbrus’un hiç hoşuna gitmiyordu. Benimde yapacak birşeyim yoktu, beni bu zorlu doğa ortamında hayata bağlayan sadece ve sadece kramponlarımın açtığı o deliklerdi. Kramponlarım delik açamıyorsa, bende yaşamıyorum demekti. Yavaş yavaş yorulduğumu hissediyorum. Başladığımız andan itibaren hiç durmadan tırmanıyorum. Tırmanışa o kadar konsantre oluyorsunuzki, çevrenizde olan biteni, genel yapıyı artık göremiyor, sadece bastığınız yeri görebiliyorsunuz. Zirveler ise hala ısrarla bizleri uyarmaya devam ediyor. Bu defa tırmandığım yüzeyi okadar dikleştirmişti ki, kramponumun sadece ön dişlerini saplayarak devam yükselmeye devam edebiliyorum. Çünkü yüzey ayak tabanımı komple basamayacak kadar dikti. Beni hayata bağlayan oniki deliğin artık yarısı yoktu. Benimde vazgeçmeye niyetim yoktu. Buraya kadar hiçte kolay gelmemiştim. 5200 metrelerdeyim ve devam edeceğim. Zirvelerinde benim gibi vazgeçmeye hiç niyetleri yoktu. Benim bir canlı olduğumu biliyorlardı ve en zayıf olduğum noktadan vurmaya başlamışlardı bile. Hayati ihtiyacım olan oksijenimi oldukça kısmaya başlamışlardı. Yeterli oksijeni ciğerlerime gönderebilmem için artık çok daha sık nefes almaya başlamıştım. Bu şekilde 5250 mt.ye yükseldim. Burada zirveler beni yeni bir sürprizleriyle karşıladılar. Fırtına artık tam karşımdan ve dondurasıya soğuk esiyordu. Oksijen ihtiyacım için sık sık nefes aldığım hava okadar nemsiz ve soğuktu ki, ciğerlerime buz gibi giriyor, sonrada ciğerlerimdeki nemi ve ısıyı üzerine alarak dışarıya çıkarıyordu. Ciğerlerimin büzüldüğünü, nefessiz kaldığımı hissediyordum. Dayanılası bir durum değildi. Fakat dayanacaktım ve o hayalini kurduğum zirve noktasının üzerinde ayakta dimdik duracaktım. Şu anda bütün yapmaya çalıştığım 5300 mt de iki zirvenin birleşim yerindeki düz alana ulaşabilmek ve vücudumda neredeyse hiç kaladığını hissettiğim suyu ve enerjiyi takviye etmek.

Evet başarmıştım ve her iki ayağımıda eğimsiz düz bir alanda yere basabiliyordum. 5300 mt. deyim. Hemen oracıkta uzanmak istiyorum. Fakat bunun sonum olabileceğini biliyorum ve direniyorum. Kalan son enerjimle sırtımdaki çantamdan sıcak su termosumu çıkarttım ve kapağını doldurarak yavaş yavaş içmeye başladım. İçtiğim her yudum benim için bir hayattı. Beraberinde de kanıma hızlı karışarak enerji verebilecek yiyecek almaya çalışıyorum. Böylesi bir yorgunlukta ağzınıza aldığınız fındık kadar bir yiyecek, adeta yumruk oluyor ve boğazınızdan geçemiyor. Üşümemek için durmuyor, bulunduğum alanda küçük daireler çizerek sürekli hareket ediyordum. Saat 09:30 olmuştu ve tırmanışa başladığımız 04:00 ten itibaren tüm ekip ilkkez bir araya gelebilmiştik. Rehberlerimiz ve Cihan hariç hepimiz tam anlamıyla dökülüyorduk. 5300 e son olarak çıkabilen arkadaşımızın durumu çok kötü olduğundan hemen bir rehber ile birlikte tekrar inişe başladılar.

Onbeş dakikadır aynı yerdeyim ve soğuk nedeniyle daha fazla durmayıp devam etmeliyim. Bir tarafımda doğu zirvesi ve diğer tarafımda hedeflediğim batı zirvesi. Kendimi biraz toparladığımdan olsa gerek, aşağı seviyelerde kalan muhteşem şekillerdeki bembeyaz karlı dağları ve bulunduğum yerden çok daha aşağı seviyelerde kalıp, adeta dans eden bulutları seyre daldım. Tabiiki çevreyi seyretmem gereken yer burası değil, tam 342 mt üzerimde duran Avrupa’nın zirve noktasıydı.

Grup rehberimize zirveye sağ taraftan mı yoksa sol taraftan mı tırmanacağız diye sordum. Bana şöyle bir bakıp, hayır bu ön taraftan tırmanacağız diye söyledi. Benim gördüğüm önümde yükselen adeta düz bir duvardı. Sanırım zirveler hala vazgeçmemişlerdi. Ciğerlerimin ve nefesimin daha iyi olduğunu hissediyordum. Hava çok açık olduğundan bulunduğumuz yer ile zirve arasındaki her nokta çok belirgindi. Grup rehberi kendini iyi hissedenlerle devam edelim dedi. Önde rehberimiz, ardında ben ve arkamda iki arkadaşım ile zirve eğiminin başladığı yere geldik. Ayaklarımızda kramponlarımız, elimizde kazmamız, rehberimiz çok dikkatli olmamız konusunda bizleri uyarıyor. Elbrus dağı tırmanışının en zor ve en riskli 300 metresinin tam başındayız. Zemini yoklamak için kramponlarımı yere çakmaya çalıştığımda, kramponlarım artık dağın bağrında istediğim derinlikte delikler açamıyordu. İkinci emniyet olarak kazmamı kullanacaktım ve kazmamın sapındaki sivri ucu kar görünümlü buzul yüzeye ilk saplamaya çalıştığımda sadece tok bir “tak” sesi geldi ve kazmam boştaydı. Kramponlarımda da durum farklı değildi. Hayata tutunacak delikleri açabilmek için hem kazmamı hemde kramponlarımı aynı yere birkaç kez vurmam gerekiyordu. Sanırım zirvelerin bizi vazgeçirmek için son yöntemi buydu. Yaklaşık 100 mt yükselmiştim ve bitmiştim. İlk kez artık direnmeyi bırakıp dönmeliyim dedim. Arkamdaki iki arkadaşımda benden hiç farklı değillerdi. Önde olan rehberim bana bakıp dayanmam gerektiğini, çok az kaldığını bunu başarabileceğimi ima etmeye çalışıyordu veya belki de ben öyle algılıyordum. Çünkü rehberlerin hiçbir tırmanıcıyı doğrudan yönlendirip, riske sokmamaları gerekiyor. Dönüş düşüncemden vazgeçip, derin birkaç nefes alarak ve zirvede açacağım flamanın hayalini kurarak tekrar denedim. Yaklaşık 100 mt. daha yükselmiştim. Artık bedenim bana ait değildi ve kontrol edemiyordum. Sağ ayağımdaki kramponumun sivri ucu sol ayağımdaki tozluğa takılarak kocaman bir delik açtı ve az daha düşmeme neden oluyordu. Yorgunluk ve yaşadığım riskten dolayı artık nefes alamadığımı hissediyordum ve tehlikenin tam göbeğinde kazmama tutunmuş öylece kalakalmıştım.

Tırmanış ve iniş rotası tek ve aynı olduğu için, zirveden dönen iki kişinin bana doğru yaklaştıklarını gördüm. Hareketlerinden inişleri rahat gibi görünüyordu. Kendimi biraz toparlayıp dikkatlice baktığımda, inen kişilerin kazma ve kramponları zemine rahat saplanıyordu. Bu benim yeniden dirilişim oldu. Çünkü bulunduğum yerdeki sert zemin ileride daha uygun hale geliyordu. Devam etmeye başladım ve rehberimizde önden devam etti. Arkamdaki iki kişiyle beraberdik. Hemen sonra önce rehberimiz ardındanda bizler uygun zemine ulaşmıştık. İnsanı hayatından bezdiren bu dik tırmanış 5600 mt. de sona erdi. Kalan 42 mt. çok rahat gözüküyordu. Adeta artık alamadığım nefesimide tutarak, var gücümle zirve taşına doğru hızla ilerledim ve o taşa dokundum. Mucize gerçekleşmiş ve ben zirvedeydim. Saat tam 10:30. İnanın o anda yaşadığım duygularımı yazıya dökebilmem imkansız. Bu konuda beni sadece bu tür zirvelere tırmanmış kişler anlayabilir.

Bu zirve noktasına kadar ne bizler doğanın gücüne karşı savaştık, nede doğa bizlere karşı. Sanırım doğanın biz tırmanıcılara yaptığı sadece bir sınavdı. Bu zirve için ne kadar hazırdık, psikolojik ve fiziksel olarak yeterince hazırlandık mı, yeterince araştırıp doğru planlar yaptık mı, kısacası bu zirvelere tırmanabilmek ayrıcalık olduğuna göre bizler bu ayrıcalığı hak ediyormuyduk. Evet Elbrus notunu vermişti ve bende sınavımı geçerek zirveye ayak basmaya hak kazanmıştım. Uzun zaman uğraşıp, günlerce tırmandıktan sonra insan zirvede uzun süre kalıp adeta tadını çıkartmak istiyor. Ancak bu mümkün olamıyor. Etrafımızda helezon şeklinde esen dondurucu fırtınalar buna asla izin vermiyor. İşte bu büyük haksızlık.

Bir aşığın yıllarca beklediği sevgilisine kavuştuğu an, eline dahi dokunamadan belkide bir daha hiç görmemek üzere hemen yanından ayrılmak zorunda kalması gibi bir duygu yaratıyor insanda. Fakat zirvede bu sevgilime söz verdim ve o bembeyaz yüzünü görmek için bu hayattan göçmeden tekrar gidip göreceğim. Durup sızlanma zamanı değildi. Bu mutlu anı ileride baktıkça hatırlamak için fotoğraf karelerine aktarmak zamanıydı. Soğuktan dolayı pilinin tükenmemesi ve mekanizmasının zarar görmemesi için iyice sardığım fotoğraf makinemi çantamtan çıkarttım. Sıra, zirveyi yapmak kadar zor bir işe gelmişti.Aynı anda birisi benimle flamayı tutacak, yine başka biriside fotoğraf çekecek. Burası Fatih bulvarı değilki hemen iki kişiden yardım isteyesiniz. Burası Avrupanın zirvesi, buzulun tepesi. Son dik rotada 5500 mt.de ciddi sorun yaşayan bir arkadaşımıza uzun süre yardım etmek durumunda kalan Cihan, yanıma geldi. ULUDAK Kulüp flamamı açarak bu anı ölümsüzleştirmek için gerekli fotoğrafları çektik. Benim de, makinamın da bu soğuktan daha fazla etkilenmememiz için hızlı olmamız gerekiyordu. Fırtınanın uğultusundan dolayı sesimin duyulamayacağını bildiğim halde hatıra olarak kalması için, kısa bir video görüntümü aldım. Video çekimi yapabilmek için sağ elimdeki kaztüyü eldivenimi çıkarttığımdan, sadece koruyucu ince eldiven kalmıştı ve o da korumuyordu. Parmaklarımın donduğunu hissettim. Hemen eldivenimi takarak, makineyi sarıp çantama koydum ve inişe başladım. Nispeten rahat olan 40 mt.lik irtifayı rahat aldım ve çıkşta bana ve arkadaşlarıma hayatı dar eden dik duvarın başına geldim. Bilinen bir gerçek vardı ki, ölümlü dağ kazalarının çok büyük bir çoğunluğu iniş sırasında oluyordu. Çünkü hedefe ulaşılmış, vücut maksimum adrenalin salgılamış, yetersiz oksijen ve yorgunluk nedeniyle beynimiz tam fonksiyonuyla çalışamamakta. Benim de, ekipteki arkadaşlarımında surumu serbest iniş için uygun değildi ve bu görünen hayati riski almamak için ipe girdik ve ip güvenliğinde en tehlikeli bölgeden kurtulduk. Sonrasında 15 dakika daha zorlu serbest inişle can simidimiz olan 5300 düzüne geldim. Çok mutluydum ve derim bir oh çekerek rahatladım. Hala nefes almakta zorlanıyorum ve ciğerlerim buruluyor gibiydi. Artık hiç önemli değil, zirveye adımı yazmıştım ve en tehlikeli 300 mt.yide inmiştim. Henüz kampa kadar 1600  mt.lik bir inişim olsa da keyfim yerinde, psikolojimde çok iyiydi. Hiç acele etmem gerekmiyordu. Zaman, bulunduğum yükseklikten, ara ara durarak çevredeki harika doğa yapılarını, hep aşağıdan yukarıya doğru bakmaya alıştığımız kocaman dağlara, zirvelerinden aşağılara doğru bakmanın zamanıydı. Güvenliğimi ön planda tutarak öyle de yapıyordum. 5300 mt.den sonra artık ekip tamamen birbirinden ayrılmış bireysel iniş yapıyordu. Herkesin iniş yöntemi ve hızı birbirinden çok farklıydı. Bende gölgem olan Cihan birlikte iniyordum. Daha doğrusu Cihan önden hızlıca inip daha sonra beni bekliyordu. İhtiyacım olan suyumu içebiliyordum fakat yutkunma problemi nedeniyle sabahın 04:00 ünden beri sadece birtek gofret hariç, hiçbirşey yiyememiştim ve hala daha yiyemiyordum. Bedenim çıkışta olduğu gibi yine tükenmiş ve ayaklarım botlarımı yerden kaldırmakta zorlanıyordu. Varsın olsun ben artık inişteyim ve bir şekilde kamp alanına ualaşabilirim. Sadece su içerek ihtiyacım olan kadarıyla güç toplayıp saat tam 16:00 da kamp alanına ulaştım. Saat 17:00 yemekte buluşmak üzere hemen üzerimizdeki malzeme ve kıyafetlerden kurtulmaya çalıştık. Biraz soluklanıp saat 17:00 de yemeklerimizi yiyerek yattığımız yerlere çekildik. Sadece uyku tulumuma girdiğimi hatırlıyorum. Uyandığımda sabah saat 08:00 olmuştu. Uyumamış adeta sızmıştım. Vücudum için hiç kolay değildi. 12 saat içinde 3700 mt.den 5642 mt. tırmanmak ve aynı yüksekliği tekrar geri inmek.

10 / 08 / 2013 Cumartesi;

Sabah uyku tulumumdan çıktığımda, kozasından çıkan kelebekler kadar kendimi mutlu ve haffif hissediyordum. Saat 09:00 kahvaltımı yaparak eşyalarımı topladım. Çantalarıma yerleştirdim diyemeyaceğim, çünkü tam anlamıyla tıkıştırdım. Sonrasında telesiyeje kadar yükümüzle indik ve önce telesiyej, sonrada iki aktarmalı teleferikle Terskol köyüne kadar indik. Bizi bekleyen minibüslerle Cheget yerleşkesindeki otelimize geldik. Burada bizi müthiş bir mükafat bekliyordu. Kan ter içinde kalan vücudum günler sonra ilk kez sıcak suya kavuşacaktı. Dağa çıkarken otele bıraktığmız temiz kıyafeterimizide giydiğimizde artık görüntümüzde normal insanlarınki gibi olmuştu.

Saat 14:00 te arkadaşlarla dışarıya çıkıp karnımızı protein ağırlıklı yiyeceklerle ve istediğimiz içeceklerle doyurduk. Yarın sabaha kadar vaktimiz vardı ve hiç acelemiz yoktu. Bu defa zamanla yarışmıyor, tam anlamıyla zaman öldürüyorduk. Cheget’in içinde biraz dolaştık. Cheget 2000 rakımlı bir bölgede dağ turizmi için yapılmış, küçük ve mütevazi otellerden oluşmuş bir turizim alanı. Akşam yemeğimizi otelde yedik ve Elbrus tırmanış başarımız için hazırlanan sertifikalarımızı aldık. Şimdi sırada son bir işim kalmıştı. Dağda çantalarıma tıkıştırdığım bütün eşyalarımı boşaltarak, teknik malzemelerimi zarar görmeyecek şekilde ve uçak yolculuğuna uygun olarak büyük ve küçük çantamı düzenledim. İçlerindeki malzemeler bizler için çok önemli olduğundan zarar görmemeleri gerekiyor. Yarın artık bütün ekibin uçuş günüydü ve uçuş saatlerimiz farklıydı. Sabah 06:00 da kahvaltı ve 07:00 de Mineralnye Vody’e hareket şeklinde planımızı yaptık.

11 / 08 / 2013 Pazar;

Sabah erkenden kalkıp, planladığımız şekilde kahvaltımızı yaptık. Sonrasında geceden düzenlemiş olduğumuz çantalarımızı dışarıda bizleri bekleyen minibüslere koyduk. Saat tam 07:00 de Cheget’ten ayrıldık. Yolumuzun iki saatlik bölümü Baksan vadisiniz içinde geçti. Baksan vadisi her iki yanı yer yer 5000 mt.nin üzerinde dağlarla donanmış, üst bölgeleri karla bezenmiş, aşağı bölgeler ise yolun kenarına kadar yemyeşil bir doğa harikası yer.  Karayolu vadinin tabanında, gürleyerek akan azgın nehire paralel olarak devam ediyor. Yol bazı yerlerde vadinin solundan, bazı yerlerinde ise sağından devam ediyor. Tabiiki bu geçişler sırasında aracımız köprüler üzerinden geçiyordu. Sabahın bu saatlerinde böylesi muhteşem manzaralar Cihan hariç hepimizi çok mutlu ediyordu. Cihan ise en önde oturarak, uyuklayan şöförü uyanık tutmakla meşkuldü. Köprü geçişleri esnasında, azgınca köpürerek akan nehire baktığımda, adeta nehirden su değil de süt akıyormuşçasına bembeyaz bir renk görüyordum. Bu zevkle izlediğimiz vadi içi yolculuğumuz tam iki saat sürdü. Sonrasında yine yemyeşil ve bakımlı ovalar içinden geçerek toplam üç saatin sonunda  Mineralnye Vody havaalanına geldik. Eşyalarımızı indirdik ve havaalanına geçtik. Benim uçağım 18:00 ve Cihan’ın uçağı 18:30 da olduğundan büyük çantalarımızı emanete verip, küçük sırt çantalarımızı aldık ve gezip görmek için Cihan ile birlikte bir dolmuşa binerek, Mineralnye Vody’e gittik. Yaklaşık 1,5 saat dalaştık ve gezip göreceğimiz yerler bitmişti. Çünkü küçük bir yerdi. Sonra karnımızı doyurduk. Mineralnye Vody görünüm olarak fakir bir şehir. Ancak yüksek binalar pek yok. Şehir merkezinin dahi en fazla % 10’u binalarla kaplı, kalan her yer yeşil alanlarla kaplı ve ağaçlandırılmış. Doğru olanı çok önceden görebilmişler.

Sonrasında tekrar dolmuşa binerek havaalanına gittik ve uçağımızın saatini beklemeye başladık. Uçağım zamanında havalandı ve saat 19:00 Sabiha Gökçen havaalanına indi. Kabus olarak başlayan Elbrus maceram mutlu bir şekilde sona ermişti.

Hani bir söz vardır ya “ anlatılmaz, yaşanır “ Elbrus dağı ve Baksan vadisi için tamda böyle.

Bu bölge, ayağına botunu giyen ve sırtına kamp çantasını alıp, ben dağcılık yapıyorum diyen herkesin gidip görmesi ve zirve için limitlerini zorlaması gereken bir yer.

Şimdi sırada bu yılki hayallerimin üçüncü yurtdışı zirvesi olan ve Elbrus’tan biraz daha yüksek olan İranda’ki Demavent dağı var. 30 Ağustos 2013 günü İrana uçarak limitlerimi biraz daha zorlayacağım.

Elbrus faaliyetimin başından sonuna kadar bana en zor anlarımda psiklojik ve teknik bilgi desteğinde bulunan, yardım eden, çok sevdiğim ve dağcılığına saygı duyduğum Cihan YILDIRIM’a çok teşekkür ederim.

Ali Düzgün ARI

Bir cevap yazın

Uludağ Dağcılık Spor Kulübü

Konak Mh. Çağ Sk. Konak Apt. No:5/B
Nilüfer, BURSA
0532 525 68 03

Sosyal Medya