|
|
|
|
Uludak- Uludağ Dağcilik Kulübü |
 |
 |
Uludak - Türkiye Dağcılık
Federasyonu Üyesidir. |
|
2016 - ETKİNLİKLERİMİZ |
 |
|
2015 - ETKİNLİKLERİMİZ |
 |
 |
|
|
|
KAYBOLAN SULAR VE TOPRAKLARIMIZ.
KAYBOLAN SULAR VE TOPRAKLARIMIZ.
Her
daim söylerim "Dağcılık sadece zirvelere çıkmaktan ibaret değildir"
diye. Bir kültür alış verişi içinde buluyorsunuz kendinizi. Dünyanın
dört bir yanını gezerek sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan başka
toplumları tanıma fırsatı buluyorsunuz. Yaşanan her farklı coğrafya
insan hayatına zenginlik katıyor. Farklı toplumların içinde bulunmak,
daha önce hiç görmediğiniz yerler görmek yaşama heyecan katıyor. İnsanın
ufkunu açıyor, yaşama dair deneyimlerini ve toplumlar arası kültür
farkını değerlendirme imkanı buluyorsunuz.
Türkiye
coğrafyasından doğuya doğru gittiğimizde toplumların yaşamını
yönlendiren kuralların katılaştığını görüyoruz. Batıya doğru
gittiğimizde ise insan ve özgürlük en önemli kural olarak karşımıza
çıkıyor. Toplum gelenek, görenek ve yasaların hak ve özgürlükler üzerine
inşa edildiğini görüyoruz. Yine batıya doğru gittiğimizde çevre ve
insan ilişkisinin önemini kavramış toplumlar karşımıza çıkıyor. Bütün
bunları, içine girdiğiniz toplumların yaşam biçimlerini gözlemledikçe
değerlendirebiliyorsunuz.
Bizim
de Türk Ulusu olarak elbette çok önemli değerlerimiz var. Ama insanı
şaşırtan, bizlere basit gibi görünen ancak insan neslinin geleceği için
hayati önem arz eden konuları atlıyor olmamız.
Bursa
ovası dünyanın en verimli topraklarına sahip eşsiz bir değerdi. Ova
üzerinde bulunan şeftali, armut gibi her türlü meyve ve sebzenin
yetiştiği bahçeleri Sanayi Bölgesi imarlı arazilere dönüştüren zihniyet
geleceğini nasıl katlettiğinin farkında olmaması mümkün mü? Farkında
olmamak için nedenleri var. Kolay yoldan zengin olma hırsı. Bursa'nın
yanı başında bulunan Uludağ bereketli bir ovaya sahip olmamız için her
türlü imkanı bizlere vermiş. Bursa ovası, kaçak beton yığını yapılar ve
izinli sanayi bölgeleri kurularak yok edilmiş. 15 - 20 Yıl öncesinde
Kaplıkaya deresinde Alabalık tutardık. Şimdi Kaplıkaya vadisi içinden
lağım akıyor.Geldiğimiz nokta vurdumduymazlık, aymazlık ilkesizlikle
açıklanabilir.
"Topraklarımızı yok etmek insanlığı yok etmektir" Bunu ne zaman anlayacağız.
Ev,
işyeri gibi yaşam alanları her türlü arazide inşa edilebilir. Ama
yiyeceğinizi her türlü araziden elde edemezsiniz. Yerel yönetimden,
ulusal yönetime kadar, bu ülkede yasaları yapan, uygulayan herkesin bu
konuda sorumluluğu var. Tarım arazisini sanayi imarlı arazi olarak
değişimine imza vermiş olan her Belediye Başkanı ve meclis üyesi bunun
vebali altındadır. Allahın yarattığını yok etmek, yok edilmesine onay
vermek yetki sahibi kişilerin menfaat elde etmek için nasıl gözü dönmüş
olduğunun kanıtıdır.Yetkilerini kötüye kullanan bu yöneticilere karşı
toplum da sessiz kalmıştır.
Politikacı
yaşadığı bölge ve ülke değerlerini koruyarak topluma hizmet etmelidir.
Kişilerin menfaatlerini koruyarak onları memnun etmek, yandaşlarını
memnun etmek ve cebini doldurmak üzerine kurulmuş politikalar bu
milletin geleceğini karartıyor. Türk ulusu olarak çevreye bakışımızı
değiştirmek zorundayız. Müslümanlığın direği olan temizliği ayaklarımızı
ellerimizi yıkamaktan ibaret olarak görüyorsak bu yanlıştır. Her
inançlı insan önce kendi temizliğinden, evinden, bahçesinden köyünden,
deresinden akan sudan, köy arazisinden sorumludur. İnançlı bir insan
yaşadığı şehrin sokağından, caddelerinden, parkından, gezmeye gittiği
güzel doğasından sorumludur.
Temizlemekle sorumlu değildir!
Kirletmemekle, kirlettirmemekle sorumludur!
Güzel
bir yer görüp durduğumuzda çöplerimizi buraya bırakarak bu yerin çöplük
olmasından, sahip olduğumuz işletmenin çevreye kimyasal zehir
saçmasından, canlıların yaşamını tehdit edecek doğaya zarar veren
atıklar üretmekten sorumluyuz. Uludağ'ın koynunda, ve ya deniz
kıyılarında para kazanmak için turistik yapıları inşa ederek dereleri ve
denizi kirletmekten sorumluyuz.
Bazı
Kurumlarımızın yöneticileri, Bursa'daki dağcıları Uludağ Milli Parkına
araçla girerek çimenlerine zarar veriyorsunuz iz yapıyorsunuz diyerek
yasak koyarken, Uludağ Milli Parkı içinde dozerlerle orman içinde yollar
açıp çamur deryaları meydana getirmekte bir sakınca görmemekteler. Bu
duruma düşmekten üzüntü duyuyoruz elbette. Bizler Uludağ Milli Park
sınırları içinde kamp kurduğumuzda çevreye çok önem veriyoruz.Daha evvel
yakılmış olan ateş yerlerini ıslah edip, gördüğümüz yerlerde çöpleri
toplayarak yok etmek için çaba harcıyoruz. Ne yazık yetkili görevliler
Uludağ'da meydana gelen yangın ve benzeri her türlü zararı biz
dağcılardan biliyor olmaları, bizleri doğaya zarar veren potansiyel bir
tehlike gibi görmeleri çok rahatsız edici haksız bir ön yargılı
bakıştır.
Bu
gün yurt dışında Milli Parklar içinde gezerken yasaklarla değil
vicdanınızla o güzellikleri koruyorsunuz ve özgürce yaşıyorsunuz. Toplum
aksini yapanlara zaten insan olarak bakmıyor.Doğa ile uyumlu yaşamayı
öğrenmek mecburiyetindeyiz. İnsanı doğadan koparamazsınız. İnsan ve doğa
birlikte var olmayı başarmak zorundadır. Toplumumuzda her alanda bir
güven sorunu var. Her çocuk doğruyu yanlışı anne ve babasından öğrenir.
Anne ve baba nasıl davranıyorsa çocuklarda onları örnek alıyor.Çevre
bilinci konusunda ayıplı bir toplumuz. Toplum çevresini kirlettiğinde
utanmıyor, en kötüsü de normal sayıyor. Bu ayıbımızdan utanmayı öğrenmek
ve bu huyumuzdan kurtulmak zorundayız.
Türkiye'de
çevre bilinci edindirmek için üç kuşağın ikisi kaybedilmiş durumdadır.
Ancak yeni nesil eğitim kurumlarında bundan sonraki süreçte bari, uzun
süreli ve yoğun olarak bu ayıptan kurtulmamız için eğitilmelidir. Bu
yazıyı okuma zahmetine katlanan bazı kişiler bu hassasiyetin abartılı
olduğunu elbette düşünebilir. Biz dağcılar kendi yöremiz başta olmak
üzere yurdumuzun her yerini geziyoruz. Geldiğimiz üzüntü verici duruma
çok yakından şahit oluyoruz. Şu anda ülkemizde kirlenmemiş bir doğa
parçası, kirlenmemiş bir dere, ırmak, göl ve deniz bulmak o kadar zor
ki..
Ne yapılabilir?
Ülkemizde
çocuk bezi, ıslak mendil, poşet üretimi bu haliyle yasaklanmalıdır.
Doğada kısa dönemde çözülebilir olmalıdır. Tarım ilaçlarının kapları
depozitolu olarak satılmalıdır. Kullanılıp boşaldığında ambalajının geri
dönüşümü sağlanmalıdır. Din adamlarımız camilerde dinin buna izin
vermediğini anlatmalıdır. Çevreye atıklarımızı saçarak, atarak dökerek
hiçbir şey olmamış gibi yaşayamayız. Okullarımızda çevre dersleri en
önemli derslerin başında verilmelidir. Yerel ve Ulusal yayın
kuruluşlarında bu konunun namussuzluk ve vatan hainliği kadar önem arz
ettiği bilinç altına yerleştirilmelidir. Bu ülkenin insanı doğaya
gitmeyi öğrendi. Götürdüğünü geriye getirmeyi de öğrenmek zorundadır.
Köylerimizde, kasabalarımızda hatta şehirde yaşayanlar bile, evinde
bulunan eskimiş eşya koltuk, halı ve çöplerini derelere dökmekten artık
vazgeçmelidir. Her kişinin doğadan yararlanma hakkı olduğu gibi, her
kişinin götürdüğünü geri getirme zorunluluğu da vardır. Şehirlerin
içinde kalmış ve ya dışında Sanayi tesislerinde göstermelik uygulamalara
son verilmelidir. Akşamları filtrelerini devre dışı bırakarak bizlere
zehir solutmaktan vazgeçmelidirler. Konu ile ilgili kurumlar görevlerini
ciddiyetle yapmalı ve 24 saat havaya verilen sanayi gazlarını
denetlemelidirler.
Her
doğaya gidişimizde çöplükte oturmaktan, çöplüğe dönmüş ormanlardan
geçmekten, lağım akan derelerden geçmekten. Oturduğum semtte şehir
çöplüğünün kokusunu teneffüs etmekten. Organize sanayinin akşamları
havaya bıraktığı zararlı gazları solumaktan. Yine akşamları Sanayi
bölgesinden gelen uğultuyu ninni gibi kabul ederek kaderine razı olan
bir toplum olmaktan. Şehrin içinden kıvrılarak akıp giden adından başka
hiç bir güzelliği kalmamış olan lağım akan Nilüfer çayı kıyısında spor
yapmaktan. Nilüfer çayının kanalizasyon atıklarının ayrıştırılması için
yapılmış olan çökelti havuzlarının dayanılmaz pis kokularını teneffüs
etmekten, utanıyorum.
Bize bunları layık görenler de utanmalıdır...
İsmet Şentürk.
|
|
Devamı
|
|
ÖZGÜR DAĞCI, EMİRHAN KIRATLI.
ÖZGÜR DAĞCI, EMİRHAN KIRATLI.
Onu ilk tanıdığımda 2002
yılının son günleriydi. İri yapılı dolgunca, başının üst kısmı açılmış,
esmer, gözleri ışıl ışıl, yüzünde daima tebessüm ile bakan bir gençti.
Mütevazi kişiliği konuşmalarından karşısındakine yansıyor. Elazığı'ın
bir köyünde, Muhtarlık yapan bir babanın oğlu olarak 1967 yılında
dünyaya gelmiş. Anadolu'nun bağırın da doğup büyüyen her çocuk gibi sert
koşullarda yetişmiş. Toprakla kayayla nasırlaşmış, soğukla, güneşle
kavrulmuş teni. Gün gelmiş çoban olmuş tezek kokan meralarda. Gün gelmiş
meyve çalmış köyünün bahçelerinden. Her köy çocuğu gibi küçük şeylerle
mutlu olmayı bilmiş Anadolu bozkırında. Küçük yaşta ayaklarının üzerinde
durmayı, kendi kendine yetmeyi öğrenmiş. Lise çağlarında gözünü
İstanbul'a dikmiş. Karar vermiş üniversite okumaya. Hiçbir aile desteği
olmadan kendi azmiyle Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanmış. İstanbul,
Laleli'de hem çalışmış hem üniversiteye devam ederek sürdürmüş
öğrencilik yaşamını. Rus müşterilerle kurduğu iletişimden kalan biraz
Rusçasıyla da bizlere havasını basar. O hem hayat okulunu hem
Üniversiteyi bitirir burada. Okulundan mezun olduktan sonra köyüne
dönmez bir süre İstanbul'da yerleşir. İlerleyen zamanda sınavlara girer
Gümrük müşaviri olur. İş başvurusu yaptığı kurum Bursa'daki kuruluşunda
istihdam eder Emirhan Kıratlı'yı. 35 yaşında Bursa'ya yerleşir. Doğanın
içinden gelen Emirhan Bursa'nın yanı başın da bulunan Uludağ'ın büyüsüne
kapılır. İçinde bulunan maya ile doğaya, dağlara gitme arzusunu
frenleyemez artık. İstanbul, köyüne olan özlemini had safhaya
çıkartmıştır. Yaşam savaşı içinde koşullara dayanmak için yeterince
sabır göstermiştir. Şimdi rahat bir işi vardır, ayrıca bekar ve
yalnızdır. Tam da o günlerinde yollarımız kesişti Emirhan Kıratlı ile.
1999 Yalova depreminden sonra, Ülkemizde
ve Bursa'da dağcılık ve doğa sporları gündeme geldi. Daha önceleri çok
az sayıda insanın yapmakta olduğu Doğa Sporları toplumda ilgi görmeye
başladı. Bu sporlarda kullanılan giyim kuşam, malzeme, yeni bir sektör
yarattı. Alternatif turizm anlayışı ortaya çıktı. Dağcılık ve Doğa
Sporları alanında birçok dernek ve kulüp ortaya çıkmaya başladı.
Türkiye'de 1999 yılında, 920 olan lisanslı dağcı sporcu sayısı 10 yıl
içinde 30.000 rakamını geçti.
BUDAK Bursa Dağcılık ve Doğa Sporları
İhtisas Kulübünde dağcılık başta olmak üzere doğada kamplı faaliyetler
yapıyoruz. Emirhan Kıratlı en aktif üyelerden birisi. Zor kolay seçmez,
her faaliyete katılır. Kamplı kampsız nerede bir etkinlik var orada. İlk
defa 2003 Yılının 19 Mayıs Bayramını içine alan Atatürk'ü Anma ve
Gençlik Tırmanışı etkinliği yapıyoruz. 6 Kişilik bir ekiple Oteller,
Uludağ, Baraklı göleti ve Kocayayla. Zorunlu olmadıkça teknik
faaliyetleri izlemeyi tercih eder. Biz tırmanış yaparken o çadırda keyif
yapar uzaktan bizi izler. Ama, hep yanımızda olur. Kendisini "Dağcı
özgürdür" diye tanımlar. Yalnız ve bekar oluşundan eli açık olan Emir
cömerttir. Bir yerde hesap ödenecek ilk önce atılanlardan birisidir.
İnsancıl ve esprili kişiliği ile bulunduğu ortamı renklendiren,
neşelendiren özgün yapısı ile yokluğunda aranan isimdir.
Kimi zaman kamplarda kağıt oynarız.
Emirhan en çok kaybedenlerin başında gelir, cezayı yiyenlerin de. Ceza
kış günü ya dere geçmek ve ya göle girmektir. Emirhan arkadaşımızın
düşmesi boldur, pantolonlarının yırtılması da aynı şekilde.
Bir gün Harmankaya kanyonu geçişinde kamp
akşamı Zafer Turan'nın anlattıkları yıllarca aklımızdan silinmeyecek.
"İple kanyonun içine iniyordu, Emirhan ağbinin pantolonu yırtılmış,
yukarıya seslenmek istiyorum sesim çıkmıyor. Lal oldum konuşamıyorum
sadece Aaaa. aa.. yapabildim, gerisini getiremedim"
Başka bir faaliyetteyiz Karagöl yaylada
kampta benim çadırdan balıklama atlamam. Buna benzer bir çok anımızı
birlikte oluşturduk. Dostluğu, kardeşliği, samimiyeti, doğallığı
yaşarsınız onunla.
- Bir insan bu kadar mı saf ve temiz kalpli olur?
2007 Yılı Nisan ayında BUDAK kulübünden
ayrıldığımda faaliyetlerimi bireysel olarak sürdürüyorum. Emirhan
Kıratlı'da sonradan ayrıldı, birlikte faaliyetler yapmaya devam
ediyoruz. Bekar olan Emirhan zaman geçiyor diyerek evlenmeye karar
verdi. Evlenmesine çok sevinmekle birlikte, onu kaybetmekten de
korkuyoruz. 2008 Yılı yazında, Çekirge'de bir düğün salonunun yazlık
terasında , Emirhan Kıratlı, Ayşen Arabacı ile çok güzel bir düğünle
dünya evine girdi.
Geçen zaman gösterdi ki, Emirhan'ı
evlilik dahi dağlardan kopartamadı. Hayatına bir düzen geldi, Emirhan ve
Ayşen çiftinin Oğuz Alp adında bir oğulları oldu.
2009 Yılı sonbaharında, ULUDAK - Uludağ
Dağcılık Derneğini kurduk. Emirhan bu oluşuma her aşamada destek verdi.
2010 Yılı Şubat ayı itibarı ile Spor Kulübü olarak tescil olduktan sonra
da birlikte çalışmalarımızı sürdürdük. Dört dönem yönetim kurulu üyesi
olarak ULUDAK içinde aktif olarak yer aldı. O her zaman bizim neşemiz
olmaya devam etti. Güçlü fiziği,her koşulda dirençli yapısı ile bu
arkadaşımız faaliyetlerde elleri cebinde yürür. Rahatlığı ile çevresine
cesaret verir. Her kes baton kullanır o kullanmaz. Dağlarda güneş çok
etkilidir. Her kes güneş kremi kullanır o kullanmaz. En hızlı ocak
yakan, sofra kuran, rahat yeri en kolay bulan birisi olarak ünlüdür.
Meyve veren ağaçlar ondan sorulur. Taze soğan,kuru soğan, sarımsak,
yeşil bibersiz yola çıkmaz. Her şeyini herkesle paylaşır. Kestirmeden
gideceğim diye bazen hiç buluşamadığımız faaliyetlerimiz olmuştur.
Ormanda yaptığımız yürüyüşlerde bir ara bir salgın başlattı. "Başını
ağaçlara dayayarak negatif enerjiyi atıyorsunuz" diyerek her kesi
inandırdı. Onu taklit etmelerinden faaliyeti yapamaz olduk. Sosyal
paylaşım sitesinde paylaştığım fotoğrafı gören eşi .
- Ne yapıyor bu?
- Negatif enerjisini atıyormuş. Diye cevap yazdım.
- İnanmayın ona dinlenmek için yapıyor. Deyince salgın sona erdi.
Son dönemlerde çektiğim fotoğrafları beğenmeyen Emirhan bana ciddi ciddi sitem ediyor.
- İsmet ağbi sürekli yukarıdan kelimi çekiyorsun. Sen bu fotoğrafları çekmeden önce bu kadar kel olduğumu bilmiyordum.
Bazı kamplı etkinliklerimizde akşamları
ateş başında sohbet ve şarkılar söyleriz. Emirhan şiirleriyle
beklenmedik anda araya girer, duyguları ile şiirlere can verir.
"İstanbul Boğazında oturmuşum, Oturmuşum da bir türkü tutturmuşum, Bir garip Orhan Veli, Velinin oğlu"
İçimizde,şair ruhlu bir arkadaşımızın
olmasının mutluluğunu yaşarız. Koca cüssesinin altında yumuşacık bir ruh
yattığının kanıtıdır okuduğu mısralar.
Emirle çeşitli zamanlarda yaptığımız zor
olarak adlandırabileceğimiz faaliyetlerimizde bazen dik çıkışlarda
zorlandığını gördükçe bir doktora gitmesini söylerdim. Ama o pek oralı
olmazdı. 2015 Yılının sonlarıydı Emirhan faaliyetten döndüğü bir hafta
sonundan sonra randevu alıp doktora gidiyor. Doktor yaptırdığı
tetkikleri değerlendirirken şaşkınlık içinde kalıyor.
"Sen bu vaziyette nasıl dağcılık yaptın, her an risk altındasın" Derhal ameliyat olması gerektiğini söyler.
Faaliyette bizimle beraber olan
Emirhan'ın kalp ameliyatı olacağını öğrenince çok şaşırdık ve üzüldük.
Bu kadar ileri seviyede bir rahatsızlık tahmin edemiyorduk.Aralık ayı
içinde Bursa, Acıbadem hastanesinde başarılı bir açık kalp ameliyatı
geçirdi Emirhan. Sevindik, gönlümüz,dualarımız hep onunlaydı. Taburcu
oldu evinde dinleniyordu.İyileşeceği aramıza katılacağı günleri
bekliyoruz. Son günlerde arayıp hal ve hatırını sorayım dedim Emirhan
hastaneden cevap verdi telefonuma. Enfeksiyon kapmıştı, koruyamamıştı
kendini. Emirhan bunu da atlatacak, o çok güçlü bir insan. Şu an hala
Bursa Acbadem hastanede olan Emirhan Kıratlı kardeşime acil şifalar
diliyorum.
Seni çok özledik, "Özgür dağcı"
İsmet Şentürk.
|
|
Devamı
|
|
19 Mayıs “ATAÜRK’Ü ANMA ve GENÇLİK TIRMANIŞI”
|
Devamı
|
|
SÜRDÜRÜLEBİLİR DAĞCILIK
|
Devamı
|
|
ULUDAK AİLESİ OLABİLMEK.

|
ULUDAK Ailesi
Olabilmek;
Dağcılık sporu kişilere,diğer
spor dallarından biraz farklı bir sosyal paylaşım ortamı sunmaktadır.Mutlaka
herkesçe yaşanmak zorunda olan birinci kuralı hayatınızı bir başkasına emanet
etmeniz gereken güvene dayalı dostluk ilişkisidir.
|
|
Devamı
|
|
TÜRKİYEDE DAĞCI OLMAK.
|
Devamı
|
|
İNSAN VE DOĞA.
İNSAN VE DOĞA.
29 Ağustos 2015, Cuma, 07.30 da hazırlıklarımızı tamamlayarak Hacer boğazına inişe geçtik. Bu
sabah geldiğimiz günden beri ilk defa Ur kekliklerinin ıslıklarını
duyabiliyoruz. Adana Orman Su İşleri Bölge Müdürlüğüne bağlı,
Aladağlar, Milli Parklar Şube Müdürlüğü Yedigöl platosu içinde ve Hacer
Boğazı içinde iki dağ evi yapmak için çalışmalara başlamış.Geçte
olsa çok olumlu bir başlangıç. Darısı diğer dağlarımıza. Günde bir defa
1200 m. irtifa inerek tekrar yukarıya çimento vs. malzeme taşıyan 6-7
katır ve gençlerden oluşan takım var. Yedigöller'de koyunculuk yapan
Ahmet Saban vasıtası ile iletişim kurarak çantalarımızı Hacer boğazı
içine kadar indirmeleri karşılığında makul bir ücret ödedik. Dağ evi
çalışmalarını ilkel yöntemlerle yürüten Milli Park yöneticilerinin
kulaklarını da ayrıca çınlattık. Avrupa'da dağ evlerinin bu sporun
gelişimi ve dağcıların ihtiyaçlarının karşılanması için 100-150 yıl önce
yapılmış olduklarını görüyoruz. Dağ evlerinin her türlü ihtiyaçlarının
helikopterle karşılanmasına tanık oluyoruz. Ülkemizde bu çalışmaların
henüz yeni ve başlangıç aşamasında olması ve katırlarla yapıldığını
görüyoruz. Katırlarla çimento taşınarak yapılacak olan bir mekan ne
kadar dayanıklı olabilir ki. Bu çağda, bu ilkelliğe şahit olmak, üzücü.. Bu
konu Milli Parklar Şube Müdürlüğü yöneticilerinin değil Ankara'daki
yöneticilerin planlamalrı neticesinde bu kadar ilkel yöntemlerle
yapılmaktadır. Aladağlar Milli Park yöneticilerini her şeye rağmen
kutlamak gerkir. Bu çalışmayı yapmaları bile ülkemiz için önemli bir
adım. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Bir dağ evi için, koca bir
devlet küçücük paraları harcamakta ne kadar hasis davranıyor. Bütün
bunlar Türkiye'de dağlara ve dağcılığa verilen önemin de göstergesi.
Doğal değerlerimiz, hiç bir maddi kaynakla elde edilemeyecek bu doğa
harikalarımızın henüz farkında değiliz. Farkında olmadığımızın
göstergesi de ayırdığımız kaynak ve uygulanan koruma politikalarımızdır. Dünyaca
öneme sahip, Aladağlar'da yapılacak iyi bir planlama ile gelen yerli
ve yabancı dağcılık ve treking sporu yapanların sayısını arttıracaktır.
Şu anda yapılan kulübe tarzı dağ evleri ziyaretçiler açısından ihtiyaç
duyulan dünya standartlarında alışılagelmiş lojistik desteği
karşılamaktan çok uzaktır. Kaçkarlar ve Aladağlar ilk olarak dağ
evlerine kavuşturulmalıdır. Konaklamalı, yeme içme ihtiyaçlarının
giderilebileceği işletme zihniyetiyle çalıştırılan dağ evlerine ihtiyaç
var. Haziran ayından Eylül ayına kadar açık kalabilecek bu dağ evleri
Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından işletimi yapılabilir. Sezon dışı
günlerde de işte şu anda yapılmakta olan bu kulübe tarzı dağ evleri
kullanılabilir. Avrupa'da böyle yapılmaktadır. Milli Park ilan edip
Allaha emanet ettiğimiz, ülkemizin doğal değerlerini koruyamadığımız
gibi (Uludağ örneğin) nasıl değerlendireceğimizi de bilemiyoruz. Büyük
devlet olmanın gereği şehirlerde şaşalı binalar dikmek değildir.
Toplumun geleceği temiz doğayı gelecek nesillere aktarabilmekten
geçiyor. Çağımızda toplum sağlığını tehdit eden, çok önemli iki
sorunumuz öne çıkıyor. Biri ekonomik, alışveriş çılgınlığı, diğeri de
hareketsizliğin sonucu kişilerin obez topluma dönüşmesi. Bu sorunlar bir
ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını çürüten, devletin bütçesine de yük
getiren sonuçlar yaratmaktadır. Devlet şu an sadece şehirlerde ve
kapalı salonlarda yapılan sporları teşvik etmektedir. Bu alanlarda
yapılan sporlar, gençliği, sağlıklı yaşları kapsıyor. Doğal olarak var
olması gereken bir sistem. Asıl göz ardı ettiğimiz bir şey var. Orta yaş
ve sonrasını spor yapmaya özendirmemiz gerekmez mi? Alt yapı
hazırlansa, ulaşım, dağ manzaraları içinde kafeterya, yemek
gereksinimini karşılayabileceğimiz tesisler oluşturulsa. Avrupa'da
örnekleri var. Trenle 1500 - 1750 m. irtifa çıkarıyorlar dişli
trenlerle. Batonu kapan genç yaşlı insanları dağlara çıkmalarını
kolaylaştırıyorlar, yürüyüş yapmaya teşvik ediliyor, yürüyemeyenler de
manzaraya geliyorlar. Hatta dünyanın her yerinden gelenler var. Herkesin
dağcı olması gerekmiyor, ama her kesin doğa ile barışık olması
gerekiyor. Ülkemizde doğa bilinci (bu iki kelimeyi kullanmaktan gına
gelse de) oluşturmak zorundayız. Devlet bununla ilgili politikalar
oluşturmak zorundadır. Gelişmiş toplum, zengin insan, lüks yaşantı,
varlık içinde olmak değildir. Gelişmiş toplumlarda şehirde ve ya doğada
çöp atmak, doğaya savurup atmak en büyük ahlaksızlık, terbiyesizlik,
canilik olarak algılanmaktadır. Biz de ise insanımız, evinden tam gaz
doğaya çıkar. Doğada keyfini yapar. Bütün atıklarını gittiği yerde
bırakarak geriye döner. Doğaya yapılabilecek en büyük kötülüğü
yaptığının farkında bile değildir. Sanki! Burası temiz olursa bize yakışmaz. Pis olmalı!.. Bir daha ki sefere başka yere gidecektir nasıl olsa. Memleketin güzellikleri biter mi? Hayatı boyunca kirletse bitmez! Benim atmamla mı kirlenecek? Dinimiz, inançlarımız buna izin mi veriyor? Temizlik elimizi ayağımızı yıkamaktan mı ibaret? Allaha inanıyorsan, Allahın yarattığına niye saygı göstermiyorsun? İşin sanayi boyutuna girmiyorum, asıl facia orada. En basit çözüm, her kişinin yapmazsa hiçbir şey kaybetmeyeceği şeyler. Basit bir davranış biçiminden bahsediyorum. Yapılması gereken, sana ait olanı geri getir yeter. Ey toplum!! Aç gözünü! Gelişmiş toplumlarda deliler bile bunu biliyor. Kendi topraklarını kirletmemek için üretimi üçüncü dünya ülkelerine kaydırıyorlar. Dereler, temiz akıyor, doğalarındaki yabani hayatı çoğaltmak için politikalar oluşturuyorlar Dağ keçileri bile insandan kaçmıyorlar. Çünkü! Korkmaları için bir neden olmadığını anlamışlar. Kaplıkaya'da bir kaç kişi yabani bir sincaba elinden yiyecek yedirmesi bile bizim için haber niteliği taşıyor. Bunun nedeni ne? Doğada bulunan her canlı bizim öldürmemiz için yaratılmıştır diye düşünüyoruz da ondan. Öldürme hakkına sahip olduğumuza inanıyoruz. Öyle değilse bizden niye kaçıyorlar? Nesiller boyu genlerine işlemiş, bizi çok iyi tanıyorlar. Bu gün sağ kalmayı başarabilen türler, bizden ölümüne kaçıyor. İnsanların ne kadar tehlikeli olduğunu, biliyorlar.. Bu toplum az sayıda da olsa doğaya, dağlara açılmaya başladı. Devletimiz, çok küçük maddi kaynaklar ayırarak bu akımı teşvik etmeli, Dağlarımızı delilerin gezdiği yerler olarak bilinmekten çıkarabiliriz. Dünyanın her yerinden genç, yaşlı ülkemizin dağları ile buluşturabiliriz. Halkımızı dağların ihtişamlı atmosferi içinde bulunma mutluluğunu yaşama olanağı vermeliyiz. Ancak belki bu şekilde ona sevgi saygı duymayı aşılayabiliriz.
Bütün bunları yaparken dağ'daki dışkımızı bile aşağıya indirmeyi öğrenmeliyiz. Dağlara çok insan gelmesi kontrolün kaybolması anlamına gelmiyor. Aksine insan yoksa kontrol yapılamıyor. Ziyaretçi varsa kaynak da olacak, Kurallara uyarak, Milli Park içindeki yaban hayata saygı duyarak, Uyum içinde yaşamayı öğrenmek zorundayız. En zayıf noktamız olan, her güzel yeri mahvetmek huyumuzdan da artık vazgeçmeliyiz..
İsmet Şentürk.
   
|
|
Devamı
|
|
ULUDAĞ'IN KÖPEKLERİ.
ULUDAĞ'IN KÖPEKLERİ.
Hafta
içi antrenman yürüyüşlerimizi Uludağ'a kaydırdığımız bir Şubat
günü. Sabah iş yerime çantam hazır olarak gelmiştim. Ömer Faruk dünden
belirsizliğimizi netleştirmek için aradı.
-Ne yapıyoruz İsmet ağabey.
-
Oteller bölgesine çıkalım Kuşaklıkaya,Zirvetepe yapabiliriz istersen.
Dedim. Teleferik istasyonunda saat 11.00 de buluşmaya karar verdik.
Bursa
karlı bir kış gününü yaşıyor.Teleferikle Uludağ'a çıkıyoruz, hava sisli
son iki günde dağa en az bir metrekar yağdı. Kaynana çukurundan Uludağ
köknarlarının ilginç görüntüsünü izleyerek orman örtüsü üstünde
yükseliyoruz. İkinci bölge'ye indiğimizde yoğun sis görüşü 30-40 metreye
düşürmüştü. Bu havada yukarılara çıkmanın bir esprisi yoktu.Orman içi
yürüyüş mümkün görünmüyor. Yapılacak tek şey yürüyerek Bursa'ya inmeye
karar verdik. Kar aracı yolları muhtemelen gece açmış. Yol kenarları
bazı yerler de insan boyunu aşan duvar oluşturmuş. Yoldan geçen
araçların egzoz gazını saymazsak keyfimiz yerinde. Kar yükünü fazlasıyla
almış köknar ağaçlarının insanı büyüleyen görüntüleri eşliğinde, yoğun
sis içinde hızlı adımlarla yürüyoruz.
Uludağ her mevsim yarı
yabani bir çok köpek sürülerini içinde barındırmaktadır. Size havlayan
köpeklerle karşılaşmanız olasıdır. Dört sevimli yavrusuyla bir Kangal
erkeği bizi uyararak benim mekanıma girmeyin diyerek, yavruların
himayesinde olduğunun mesajını verdi. Yavruların sevimliliği karşısında
fotoğraf çekmeden edemedik. Babada sakinleşti, bizi izlemekle yetiniyor.
Kirazlıyayla'ya
geldiğimizde, durak büfeye uğrayıp mola verdik. Burada uzunca bir
dinlenme sonrası tekrar yola koyulduk. Karabelen mevkii, Milli Park
girişini geçtikten sonra yine köpeklerle karşılaşmalarımız sürüyor.
Havlayan, havlamayan köpekler karşımıza çıkıyor. Bir köpek etrafımızda
bir ileri bir geri gidip geldi. Daha evvel yaşadığım, köpek ve insan
ilişkilerinden birini daha yaşamaya başlıyorduk.
Her köpek bir anı
bırakmıştı, yıllariçinde. 2005 yılı Korkut Güven ile birlikte,
Kuşaklıkaya kampımıza kadar bize eşlik eden arkadaşımın deyimi ile
köpüş. 2006 Yılında Volfram bölgesinde başka köpeklerin saldırısından
kurtardığım köpek, Saklıgöl kampımızda bizi beklemiş,ertesi gün
Saitabad'a kadar peşimizi bırakmamıştı. Yanımdaki arkadaşın köpek fobisi
ısrarı karşısında uzaklaştırmaya çalışmış, defalarca kovmuştuk, ama o
bizi uzaktan takip etmeyi sürdürmüştü. 2007 Yılında karlı bir kış günü
Saklıgöl kampımızda titremesinden sabaha çıkmaz dediğim, bagaja bir
türlü girmeyen köpeği. 2012 Yılında Uludağ trans etkinliğimizde
Otellerden başlayarak bizimle Uludağ'ı bir baştan bir başa geçen ve
Baraklı köyü üstünde arkadaşlarımızın üzüntülü ayrılışına sahne olan,
bahçe sahibine emanet etme hatasına düştüğümüz köpek ve diğerleri,
unutamadığımız anılarımız arasında yer alıyor.
Bu canlıların
sadakati karşısında ona saygı duymamak, etkilenmemek mümkün değil. İlk
anda insanda uyanan yemek için yanına yanaşıyor düşüncesini hep
çürüttüler. Yemek verdiğimiz halde yemediklerini gördüm. İstedikleri
insanın dostluğu, insanın kendilerini sahiplenmesinden başka bir şey
değildi.
Peşimizden sırnaşmadan, yılışmadan gelen bu köpek
yolculuğumuzun ilerleyen anlarında, onu sevme isteğime izin verdi. Yol
boyunca idrarla işaretlemelerini de ihmal etmiyor.Köpekler hakkında
fazla bilgim olduğunu söyleyemem. İnsanların arkadaşlığına, sahipliğine,
güvenine ihtiyaç duydukları bir gerçek. Köpek kelimesi her ne kadar
kötü bir ifade anlamında kullanılıyorsa da, biz insanlar bu canlıya
haksızlık ediyoruz. Birçoğumuz bu canlı kadar olmaktan çok uzağız.
Yürüyüşümüzün
ilerleyen süresi içinde uzaktan yedi köpek havlayarak üstümüze gelmeye
başladılar. Hedeflerinde yanımızda ki köpek var. Köpeğimizi korumaya
aldık, onların bizim köpeğe, bizim köpeğin onlara gitmesine mani olmaya
çabalıyoruz. Bir an fırlayan köpeğimiz yedi köpeğin saldırısına maruz
kaldı. İlk anda bir iki ısırık aldı, bütüngücümüzle bizde bağırıp
köpeklere saldırıyoruz ama hızlı hareket ettikleri için etkili
olamıyoruz. Bizim ki daha kendini yeni göstermeye başlamıştı. Kendisini
ısıran köpeği öyle bir hırpaladı ki cesareti karşısında bizi de
şaşırttı. Uzaktan havlamaya devam ettiler. Köpeklere üç köpek daha
katıldı, sayıları on oldu. Biz köpeği kurtaracağız diye saldırınca
köpekler nerede ise bize saldırma aşamasına geldiler. Peşimizi,
bırakmıyorlar köpeğimizi önümüze aldık bu gerilimli ortamdan
uzaklaşıyoruz. Bölgelerinin dışına çıkıncaya kadar peşimizi
bırakmadılar. Köpeğimizle bu sorunlu alanı geçişte yaşadıklarımız, onun
bize bizim ona olan bağlılığımızı arttırmıştı.
Yeşiltarlayı da
geçtik, yürüyüşümüz devam ediyor. Önümüzde bir minibüs durdu, tanıdık
biri diye düşünerek açılan kapıya yöneldik. Şoförü tanımıyoruz, oda bizi
tanımıyor, yardımcı olmak istemiş.
- Binin götüreyim.
- Teşekkür ederiz biz yürüyoruz. Dedim.
Minibüs kaptanı cevabıma şaşırmış gibi bakarak.
-Bursa'ya mı yürüyeceksiniz?
Bu
soru karşısında saate bakma ihtiyacı hissettim. Saat 17.10 olmuştu
biraz sonra hava kararacak ve çok geç kalacağız.Yarın yine bir faaliyet
var, en iyisi zamanlıca evlerimize gitmek.
Ömer Faruk ile birbirimize bakarak.
-Hadi binelim. Dedik.
Minibüse
yerleşirken Kaptanımızla sohbetediyoruz. Şirket arabası olduğunu
Uludağ'a misafirlerini getirdiğini anlatıyor.Aramızda ki iletişim
sürerken bomboş minibüse yerleştik ve hareket ettik. Araç yol almaya
başladığı anda köpek aklımıza geldi, Ömer Faruk.
- Köpek ne olacak şimdi.
Köpeği
bir an unuttuk, hareket edince aklımıza geldi. Son bir defa bakmadık
bile. Arkamızdan nasıl baktı, ne düşündü muamma.Bir dakikada köpeği
sattık, o ise bizi canı pahasına koruyacak kadar sadık bir canlı.
Köpeğimiz bizimle gelebilmek için kavga etmiş, parçalanma pahasına bizi
terk etmemişti. Şimdi geriye nasıl dönecek. Orman derin kar altında
geçilemez.Aynı yerden geriye dönmek onun için belki ölüm demek.
Gerçeklerle yüzleşmek bizi kendimizden utandırdı. Köpek için
yapabileceğimiz bir şey yok elbette. Biz insanlar sadece kendimiz için
yaşıyoruz gerçeğini bir kez daha gördük.
Bu olaydan çok etkilendik ve üzüldük,üzüntümüz köpeğe mi, yoksa kendi sadakatsizliğimize mi?
Bu konu, bende hala net değil.
İsmet Şentürk
25.02.2015.

|
|
Devamı
|
|
|
Hava Durumu |
|
Anılarımız Yaşadıklarımız |
|
Uludağ - Hava Durumu |
|
|