Sürdürülebilir Dağcılık

3 Ocak 2012 gecesi, İstanbul Zirve Dağcılık etkinliği olarak "Sürdürülebilir Dağcılık" adı altında bir sunum ve konuşma yaptım. Böyle bir konuyu seçmek zorunda kaldım, çünkü insanlar dağcılığa başlıyorlar ve çok çabuk bir şekilde sürdüremez hale geliyorlar. Kanımca Bu durum yurdumuzda yapılan dağcılık bağlamında şu andaki en büyük sorunumuzu oluşturuyor.

Salondaki altmış kadar dinleyicinin büyük bir çoğunluğu okul yaşlarını çoktan geçmiş, iş güç sahibi, dağcılığa yeni başlamış ve tam da kısa süre sonra, yani bir iki yıl içinde, dağcılığı sürdüremeyecek hale gelecek olan kişilerden oluşuyordu. Çoğunluğu gözlerinde hevesle bakıyorlardı, bir yıla kadar o heves nasıl olsa sönecekti.

Yurdumuzda dağcılık malzeme, kaynak, teknik eğitim, arama kurtarma konularında çok çok ileri giderken, en temel açıdan, son yirmi yılda ciddi bir gerileme içine girdi. Türkiye'de yapılan dağcılık, spor tırmanışçıları ve sayıları 30'u geçmeyen üst düzey duvar tırmanabilen insanları ayrı tutarsak, sporun kendi ideolojisi açısından tam bir çıkmaza girdi. Hem bu çıkmazın ne olduğunu daha iyi tanımlayabilmek için hem de neler yapılabileceğini önerebilmek için en temel tanımlara geri dönmemiz gerekiyor. Öncelikle kendimizden başlayıp, ilgi odağımız olan dağcılıkla ilişkimizi tanımlamamız gerekiyor.

On yıl kadar önce dağcıları üç guruba ayırmıştım; bunlara da "Standart, Klasik ve Ekstrem" dağcılar gibi adlar vermiştim. Aynı tanımlara yeniden dönüp, şu soruyu soruyorum. Buna vereceğiniz cevap çok çok önemli;

Dağcılığa yaşantınızdan ne kadar kaynak ayıracaksınız? Onu hayatınızın önem sıralamasında nereye koyacaksınız?

a) dağcılık sizin için güzel bir hobi olarak yaşantınızdaki en önemli üç-beş konunun içine girmeden sürdürebilecek bir uğraş mı? Evet diyorsanız size vereceğim isim "Standart Dağcı". Adı önemsemeyin, soruyu önemseyin.

b) Yok eğer, Dağcılık hayatımın en önemli 3-5 konusu içinde, neredeyse eşit bir yerdedir diyorsanız, kısacası, ailem, işim, dağcılığım diye hepsini bir arada sayıyorsanız, bir önceki seçenekten çok farklı bir yerdesiniz. Size verdiğim isim "Klasik Dağcıydı"

c) Hayır! Önce "Dağcılık" diyorsanız. "Ben tırmanmak için yaşıyorum" diye haykırıyorsanız, siz "Ekstrem Dağcısınız"

Sürdürelebilir Dağcılık konusunda "Ekstrem Dağcılara" söyleyebileceğim fazla bir söz yok. Onlar bu tartışmada taraf değiller.

İlk iki gurup üyeleri ise dağcılığa yaşamlarında sonsuz ve hesapsız bir kaynak ayıramayacakları için eşlerini, çocuklarını, geniş aile fertlerini, işlerini düşünmek zorundalar ve dağcılık, bütün bu yapmak zorunda oldukları gaileler içinde ancak belli bir zaman ve imkanı kullanabilecek.

Yurt dışındaki dağcılık yapanları izlediğimiz zaman aşağıdakine benzer bir piramitle karşılaşıyoruz;

her,
1 Ekstrem Dağcıya
100 Klasik dağcı
10,000 Standart dağcı (*)

düşüyor. Bu Standard dağcıların sayıları Fransa, İngiltere gibi ülkelerde milyonlarla ölçülüyor. Onlar sayesinde dev dağcılık endüstrileri dönüyor ve ekstrem dağcıların, en azından bazılarına, gereken maddi kaynaklar rahatlıkla bulunabiliyor.

Yukarıdaki piramit bizde ise, büyük ihtimalle şöyle bir şeye dönüşüyor;

her,
1 Ekstrem Dağcıya
1-2 Klasik dağcı düşüyor
Standart dağcı yok! Olan da kendini öyle tanımlamıyor
100 Dağcılık eğitimi alan,

düşüyor.

Çünkü bizdeki yerleşik dağcılık kültürü tamamen Ektrem Dağcılar tarafından, onların yaşam biçimlerine ve isteklerine göre şekillenmiş durumda ve dağcılığa başlayan herkes de, dağcılığa sadece bu şekilde yaklaşıldığı inancına sahip oluyor. (Bu durumun sorumlusu ekstrem dağcılar değiller, esas sorumluluk, dağcılık edebiyatını ısrarla okumayan ve kendi dağcılığını yazmayanlarda)

Oysa ki, 30'lu yaşlarda, yükselmesi gereken bir işi, bakması gereken bir bebeği, ilgilenmesi gereken bir eşi olan bir insan, çok efendice bir şekilde ve hiç kıskanmadan, hayatının en önemli gailesi tırmanmak olan bir yaşıtı kadar iyi tırmanamayacağını kabul etmek durumundadır. Bir standart dağcının canı, bir ekstrem dağcının gittiği, tırmandığı yerleri tabii ki çeker, çekmelidir, ama aynı onun gibi olmaya çalışıp sonra da (tabii ki) beceremeyip dağcılığı bırakması kadar saçma bir durum olamaz. Yurdumuzda sürekli ve artarak tekrarlanan süreç de işte aynen böyle bir saçmalık.

Neden Dağa Gideriz / Gitmeliyiz?
Şimdi de bu temel soruyu herkesin sorması gerekiyor.

Ben kendi cevaplarımı vereyim;

Öncelikle dağda olmaktan, ama herhangi bir dağda olabilmekten çok mutlu oluyorum.

Dağda yürürken, basit bir yamacı tırmanırken, ciğerlerimden gelen nefes sesini duymaya bayılıyorum.

Kayada güzel bir hamle yapınca bütün kaslarımdan sanki sevinç çığlıkları duyuyorum.

Sırtımdaki çantayı yere yıkıp kampı kurmaya başladığım an yaşamın en güzel anı oluyor.

Geçmişte gittiğim dağların resimlerini o gezideki dostlarla paylaşmaktan keyif alıyorum,

Yeni bir dağ gezisinin planlarını aylar önce yapmaya başlayıp, onunla ilgili düşünmek çok hoşuma gidiyor.

Her tamamlanmış dağ gezisi yaşam koleksiyonuma önemli bir parça olarak katılıyor. Bu koleksiyonun sürekli büyümesinden ciddi gurur duyuyorum.

İleri yaşlardaki insanları hareketsizlik, yarınlardan bir şeyler beklememek öldürüyor, dağcılık bana her ikisinin de çaresini sunuyor.

Otuzlu yaşların ortasından itibaren yaşıtlarımla aramdaki sportif fark artmaya başladı, ellisinden sonra bu makas gittikçe, onların aleyhine açılıyor. Bunu da bana dağcılık sunuyor.

Neden dağlara gittiğimi anlatacağım daha en az yirmi tane neden bulabilirim, ama can sıkmamak için onları saymayacağım.

Bu duyguların en azından bir bölümünü paylaşabilmesi için bir insanın 7000'lik zirvelere çıkması, kuzey duvarlarını koşarak tırmanması şart değil. Sırtına çantasını vurup, güvenli bir şekilde 3000 metrelerin üzerine çıkabilecek kadar forma, malzemeye ve deneyime sahip herkes bu keyifleri rahatlıkla yaşayabilir.

Son yirmi yılda yurdumuz dağcılığında çok ilginç ve bence hiç beklenmedik bir gelişme yaşandı ve DK Doğu ve Kuzey Duvarları, Aladağlar'da birkaç ismini telaffuz edemediğimiz uzun duvar rotası dışında yurdumuzda hayali kurulan dağ ve rota kalmadı...

Gerçekten...

Ağrı Kış bile, zor olsa da, sanki standart bir performans olarak algılanıyor şimdilerde.
Hala gidilen, Hasan Dağı, Erciyes Şeytan, Alaca-Kaldı gibi tırmanışların da tek özrü, hepsinin "Eğitim faaliyetleri" olmaları. Yoksa kendisine saygısı olan bir dağcı tabii ki Avcı Beli rotasından Kaldı'ya çıkacak falan değil (Tamamen sosyal sorumluluk durumu!!!)

Şu anda geçerli olan dağcılık modasına göre, yeni başlayan birisi eğer yeterince genç ise doğrudan spor tırmanışa girmek ve orada VIII'leri yağlamadan da durmamak zorunda. Daha ileri yaşlarda başlayanlar ise, biraz kayalarda çırpındıktan, Uludağ, Hasan ve Ağrı üçlemesini tamamladıktan sonra en azından bir Kazbek ve Demavend yapmak, ardından da "7000'liklere nasıl gitmeli, kimden sponsorluk koparmalı?" diye düşünmek durumunda.

Aşırı basitleştirdiğimi biliyorum ama günümüzün ana dağcı kütlesi bana aynen böyle görünüyor.

İşine, gücüne, ailesine zaman ayırmak zorunda olan bir insanın bu yol haritasını sürdürmesi, bu dağcılığı sürdürmesi mümkün değildir. Bu insanlardan bir bölümü de "aciz dağcıların trekkingciye dönüşmeleri gerektiğine" dönük, yurdumuzdaki çok yaygın bir inanışa kanıp, hafta sonları ormanlarda yürüyüş yaparak, bol beslenmeli kamplara giderek, yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Aslında adam gibi yapıldığında trekking denen illetin ne kadar zor bir spor olabildiğini ve Türkiye'de bu bağlamda "hiç" trekkingci olmadığını da bilmiyorlar. (Sırtına çantasını vurdu mu 1000 km basabilecek insanlardan söz ediyorum).

Standart ya da Klasik dağcıların en büyük özelliği, dağlara görece az vakit ayıracakları için yapacakları planların ve kuracakları hayallerin buna göre olması zorunluğudur. Bu konu çok ama çok önemli!!

Dağcılıkta az zamanı olmanın en önemli iki ayağı;

a) gidilecek dağa ulaşmak için elinde fazla zaman olmaması, yani yakın dağların değerlendirilmesi gerektiği,

b) az zaman olduğu için yüksek dağlar yerine daha alçak dağlara gidilmesi gerektiği - Tabii ki aklimatizasyon sorunlarını çözebilmek için.

Türkçesi;
dağcı olarak, zihinsel ve fiziksel olarak formda kalmak istiyorsanız, evinize yakın ne varsa değerlendirin diyorum.

Bir konu daha var;
Eğer 2000 metrelerdeki dağlara saygı duyma konusunda sorun yaşıyorsanız,
Eğer onları 7000'likler kadar heyecan verici değil diye burun kıvırıyorsanız,

Hemen şunu söyleyeyim, yurdumuzdaki en dandik dağda bile, an meselesi, geberip gidebilirsiniz. Yurdumuzdaki de, dünyadaki de bütün dağlar tehlikelidir. Hep de böyle kalacaklardır. Bu konuda içiniz rahat etsin. Onlara (hem de hepsine) hak ettikleri saygıyı göstermek zorundasınız. Heyecan konusuna gelince, Dünyadaki bazı en beter dağların boyunun 3000'lere ulaşmadığını henüz öğrnemişiniz demektir.

Bunları söylerken ne Kazbek dağına, ne Demavend'e ne de 7000'liklere bir düşmanlığım olmadığının bilinmesini önemle isterim. Hepsi de süper dağlar. Asıl mesele, insanların kendilerine yapılabilir ve sürdürülebilir hedefleri oluşturamamalarında o dağlarda değil.

HEDEFLERİ OLUŞTURMAK
Bir dağdan döndükten sonra insanı bir sonraki tırmanışa götüren temel motivasyon aslında kafamızda oluşturduğumuz hedeflerdir. Hedeflerimiz yoksa dağcılığımız da olmaz. Yıllar önce yoğun bir şekilde İngiltere'de yapılan dağcılık etkinliklerini okurken aklımın bir köşesi hep, ülkenin en yüksek noktasının sadece 1344 metre (Ben Nevis) olduğu gerçeğine takılıp duruyordu ve 20 yaşındaki aklımla onlarla dalga geçmekten kendimi alamıyordum. Ancak yapılan klasik tırmanışları okudukça, insanların heyecanlarını hissetmeye başladıkça, işlerin hiç de öyle olmadığını fark ettim ve 1980 yılından başlayarak kendi Ben Nevis'imize, Uludağ'a gidip gelmeye başladık.

Aradan 30 yıldan fazla geçtikten sonra, hiç çekinmeden şunu söyleyebilirim, daha Uludağ'ın %15'ine ancak dokunmuşumdur.
Her okuyan itiraz edecek, biliyorum ama bunu bile söylemek zorundayım; sadece Uludağ'da, hiç başka bir dağa gitmeden, bir insan, bütün bir dağcılık ömrünü yaşayabilir. Dünyada bunu örnekleri var. İşin ilginci muhteşem işler de yapabilir.

3 Ocak gecesi çok sevdiğim dostum, Emre Altoparlak daha önce dile getirmediğim bir kavram ortaya atarak "Proje Yapmaktan" söz etti. Çok beğendim. Bu kavramı bundan böyle sıklıkla kullanacağım. Evet, insan dağcılığına sürdürebilmek ve çok zevkli kılabilmek için projeler yapabilir - yapmalıdır - yapmazsa olmaz.

Örneğin BÜDAK kulüp üyeleri ile 1983'ten 1987'e Uludağ ile ilgili bir proje yapmış ve Bursa kent içinden başlayarak, Uludağ oteller bölgesine ulaşan yürüyüş rotası çıkarmaya çalışmıştık. 17 tane hafta sonu faaliyeti sonunda iki ayrı rota çıkarmıştık da. İşte bu, tek hedefli ama uzun soluklu bir projeydi. Antalya Çamdağı'na Güney sırtından çıkma hedefim de 1992'den 1999'a kadar sürmüştü. Her anını keyifle hatırlıyorum ve ciddi gurur duyuyorum. Rotanın bir daha çıkılmamış olması da ayrı bir konu :)

Biraz önce internetten bakıp, Dünyanın tüm 8000'liklerine çıktığı kesin olan dağcılarının sayısının 27 olduğunu gördüm. Peki, Aladağlar'ın tüm 3000'liklerini dünyada kaç dağcı tamamladı dersiniz?

Benim tahminim "sıfır" olduğu yolunda.

İşte size henüz yapılmadan duran bir hedef, bir proje. Uzun zamana yayılacak ve tamamlanması da epey kan, ter ve göz yaşı gerektirecek ama bir dağcı hepsini tamamladığında oldukça farklı bir iş çıkarmış olacak.

Ya tüm Torosların 3000'likleri,

Türkiye'nin tüm 3400 ve üstü zirveleri

Doğu Karadeniz Dağlarında (Kaçkar, Verçenik, Altıparmaklar, Karçal Bölgesi) benzer formülasyonla oluşturulacak projeler.

Türkiye'nin tüm volkanları,

Daha sayayım mı?
Aynı dağlarda hız üzerine projeler, mesela "Aladağlar'da Üç Günde 10 Zirve".. Neden olmasın?

Batı Anadolu'da yükselen, adları fazla bilinmeyen bir dolu ilginç dağ var. En başta Dedegöl dağı geliyor. Onun kadar güzel olmasa da, hemen yakınlarında Barla ve Davras dağları 2500'leri geçiyor. Denizli'nin dağları aynı şekilde.
2500 metre pek çok kişiye az görünebilir ama ömrünü deniz seviyesinde, bir masada tüketen bir insan için, hafta sonu gidildiğinde yeterince baş döndürücü olacaktır, ayrıca Ben Nevis'in neredeyse iki misli yüksekliğinde olduklarını da hatırdan çıkarmamak gerek.

Bu tür dağlara pek çok yerel doğasever tırmanıyor ama yaptıkları işi ya pek önemsemiyorlar ya da paylaşmaya üşeniyorlar. Buldukları ilginç rotaları ve diğer bilgileri onlardan pek duyamıyoruz.

Bu tür (hafta sonu macera) dağlarına yaptıkları çıkışları göğsünü gere gere ortaya koyan çok ama çok az insan var. Bunlardan ikisi, Alper Dalkılıç ve Cumhur Fevzi Baştuhan. En sıradan dağların, tepelerin, kışın karda neye dönüştüklerini onların Facebook sayfalarındaki resimlerinden keyifle izliyorum. İmkan bulursanız size de öneririm.

Akla gelen bir soru da "Peki biz standart dağcı olursak hep öyle minik dağlarda, basit rotalarda mı oynayacağız"

Cevap; hayır, tabii ki değil.
Ancak, çok uzun vadeli bir yaşam planında kendinizi yavaş yavaş geliştireceksiniz. Çünkü hayatta verdiğiniz önceliklerle zaten dağcılığı sürdürebilmek için başka bir seçeneğiniz yok.

Türkiye'de anlayışlar çok yavaş değişiyor. Henüz 40 yaşında olup, hafta sonları 4-5 ip boyu IV'lük duvar çıkmak isteyen insanlara bir hizmet sunulmuyor ama yakında mutlaka sunulacaktır. Yakınlarındaki dağlara gide gele, kendi eğitimini yavaş da olsa sürekli sürdüren bir dağcı, daha ötedeki aşamaları yapabilecek formda kalacaktır. İdeal koşullarda dağcılık yapmaya inat eden "idealistler" ise çok kısa sürede, hatta kendilerinin bile şaşıracağı kadar kısa bir sürede, yerinden kalkamayan şehir insanlarına dönüşeceklerdir.

İnanın, yola birlikte çıktığım o kadar çok dostum aynen böyle dağılıp gitti ki diyecektim, ama vazgeçerek, daha beterini söyleyeyim; yazılarımdan, kitaplarımdan etkilenip, dağcılığa başladıklarını anlatan o kadar çok genç dostumun yerinden kalkamaz hale geldiğini gördüm ki!.
Yaşamın uzun perspektifinde bu değişimler "an meselesi" gibi oldular.

Hadi, Google Earth'i açın, en yakınlardan başlayın. Artık devir Facebook devri, YTUDAK listeleri devri. Oralarda size yol gösterecek birileri mutlaka vardır. Projelerinizi yapmaya başlayın. Gidilemeyecek müthiş dağların yerine gideceğiniz mütevazı dağları hayal edin, tırmanın.

(*) Geçmişte bu oranların daha yumuşak olduklarını sanıyordum ama bazı yurt dışı federasyonlarla yaptığım yazışmalardan ve bizzat kendi gözlemlerinden geldiğim nokta bu. Gene de önerdiğim rakamlar gerçek istatistiklerden kaynaklanmıyor, sadece fikir vermek için.

Haldun Aydıngün


Uludağ Dağcılık Spor Kulübü

Konak Mh. Çağ Sk. Konak Apt. No:5/B
Nilüfer, BURSA
0 535 969 54 73

Sosyal Medya